Moda Dünyasında Neler Oluyor?

Geçtiğimiz yılın ağustos ayından beri lüks markaların kreatif direktörleri arasında oynanan köşe kapmaca oyunu an itibariyle karmakarışık bir hal aldı. Bir yıl içinde görevinden ayrılan baş tasarımcılar, demirbaş kreatif direktörler mi dersiniz… Hangi kararın arkasındayız? Hangi karara üzüldük? Ve tabii en önemlisi gelecek sezonlarda bizi neler bekliyor?
Rota Yeniden Oluşturuluyor
Moda değişimlerin en çok ve en sık yaşandığı endüstrilerdendir. Bu değişimlerden beslenir ve gelişir. Bir markanın hem başarısı hem de başarısızlığı tasarımcısı ile doğrudan bağlantılıdır dolayısıyla fatura her zaman tasarımcıya kesilir. Kreatif direktör markanın her detayından sorumlu kişidir. Markanın geleceğinden geçmişine, podyumdan, kıyafetlerine kadar en ince ayrıntısı onun vizyonunu yansıtır.
Bu nedenle, hali hazırda satışları iyi giden bir marka için tasarımcı değiştirmek anlamsız bir risk. Tıpkı Bottega Veneta’dan ayrılan Matthieu Blazy gibi. Markayı, köklerine saygı duyarak kendi kreatif vizyonuyla geliştiren tasarımcılar onu bir üst seviyeye taşıyarak başarıya ulaşır. Tasarımcının bakış açısı her zaman başarı ile doğru orantılı olmayabilir. Bunun en iyi örneği ise Gucci. Gucci yıllar içinde farklı tasarımcılarla farklı başarılı dönemler geçirmiş, kodlarını kaybetmemiş bir marka. Hem Tom Ford hem de Alessandro Michele döneminde birbirinden zıt iki tasarımcıyla uzun yıllar başarılı olmasının nedeni de bu. Fakat geçen yıl Alessandro Michele’nin Valentino’ya geçmesi ve yerine Sabato De Sarno’nun gelmesi markanın kaldıramayacağı bir değişiklik oldu. Sabato De Sarno’nun sakin ve mütevazı vizyonu markanın lüks kodlarına uyum sağlayamadı ve bir yılın ardından Gucci’den ayrılmasına sebep oldu. Eski Gucci’yi hangi tasarımcı geri getirebilir? Koltuk hala boş.
Ayrılıklar da Sevdaya Dahildir
Benim ve birçok moda severin kalbini kıran bir diğer üzücü ayrılık ise John Galliano’nun Maison Margiela’dan ayrılması oldu. Markayı ayırt edilebilen ve köklerine sadık bir şekilde geliştiren Galliano’nun bir sonraki adımı merak konusu. İçimdeki buruk heyecan ise Glenn Martens’in Maison Margiela’nın başına geçmesi. Büyük bir sorumluluk alarak bizi yeni sezon için meraklandırırken markaya katacağı vizyonu düşünmemek elde değil. Bir diğer buruk veda ise Celine’den geldi, Hedi Slimane 2018'den beri oturduğu koltuktan ayrıldı. Slimane kendine özgü ince silüetleri ve rock'n'roll göndermeleriyle markayı parizyen köklerine döndürerek büyük bir başarı yakaladı. Slimane'in bundan sonra nereye gideceğine dair henüz bir bilgi yok. Yerine gelen Michael Rider’ın markanın üzerindeki etkisini ise merakla bekliyoruz.
Alexander McQueen’de çalışmaya stajyer olarak başlayan, Alexander McQueen’in kendisinin sağ kolu olan ve vefatından sonra markanın başına geçen Sarah Burton’un ayrılığı ise bir devrin kapanışı niteliğinde. Mentorunun izinden giderek, tıpkı Alexander McQueen gibi o da Givenchy’nin başına geçti. İlk koleksiyonunu Mart 2025'te Paris Moda Haftası'nda sunacak olan Burton hem kadın hem erkek koleksiyonu ile ilk defa başka bir marka için tasarım yapacak. Bir diğer heyecanlı bekleyiş ise Matthieu Blazy’nin önderliğindeki Chanel olacak. Chanel, Karl Lagerfeld’in vefatından sonra Virginie Viard ile istediği başarıya ulaşamamıştı. Bu nedenle Matthieu Blazy’nin ilk koleksiyonunu heyecanla beklerken Bottega Veneta’daki başarısını Chanel’de devam ettirip ettirmeyeceğini merak ediyorum. Baş tasarımcıların kadın temsilcilerinden Louise Trotter’ın Bottega Veneta’da yaratacağı harikalar için sabırsızlanıyorum. Bottega Veneta’nın halihazırdaki başarısına minimalist ve feminen bir zerafet katacak olan Louis’in, markanın modernism mirasını da koruyacağına inanıyorum.
Moda sektörü çok uzun zamandır bu kadar köklü bir değişim görmemişti. Bu adımların yansıması büyük merak konusu. Bir diğer tartışma konusu ise kadın baş tasarımcı eksikliği. Çoğu lüks markanın başında erkek baş tasarımcı bulunuyor. Bunun durumun sebebi bu sıralar çok popüler bir kelime olan tekelleşme ile anlatılabilir. Erkek tasarımcıların yaratıcı anlamda yarattığı bu tekelleşme kadın tasarımcıların önüne bir duvar olarak çıkmaya devam ediyor. Ataerkil bir düşünce olarak erkeklerin daha yaratıcı olabileceği, kadınların ise sadece kendi vücuduna göre kıyafet tasarlayabileceği basmakalıp algılar sektörde yer edinmeye devam ediyor. Markaları yöneten büyük gruplar erkekler tarafından yönetildiğinden markaları ilgilendiren önemli kararlar erkekler tarafından veriliyor. Kadın-erkek ayırt etmeden yaratıcılığın ön planda olması gereken moda sektörü kurumsal sınırlara yeniliyor.
Her açıdan baktığımız zaman Prada ve Miu Miu öne çıkan iki marka. Her iki marka da büyük bir gruba ait değil ve 80’lerden beri Miuccia Prada’nın önderliğinde ilerliyor. Çok kâr eden ve çok trend olan bu iki marka stabil bir şekilde sektörü her alanda domine ediliyor. Lüks marka sahibi kadın tasarımcılar ise yıllardır kendi moda evlerinde başarılara imza atıyor. The Row’un sahibi Mary-Kate and Ashley Olsen kardeşler, Victoria Beckham, Phoebe Philo, Dilara Findikoglu gibi birçok başarılı kadın tasarımcı için başarı ve istikrar paralel olarak ilerliyor.
Bizi Neler Bekliyor?
Bütün bu gelişmelerin, istifaların ve ayrılıkların yanı sıra, önümüzdeki sezon tasarımcıların yeni moda evlerindeki ilk koleksiyonlarını tanıtacak olmaları heyecan verici bir gelişme. Altı aydır devam eden bu değişimin sonuçları hem ekonomik hem de kreatif açıdan müşteriyi tatmin edecek mi? Bekleyip göreceğiz.
Bir yandan boş kalan koltukları ve kimin dolduracağını bir yandan da moda evsiz kalan tasarımcıların ne yapacağını düşünüp duruyorum. Her şeyden öte önümüzdeki sezondan beklentim bol bol it-bag, yenilikçi terzilik, görülmemiş trendler ve belki de biraz moda kaosu. 777!