Sürdürülebilir Girişimci Hikayesi: This is Mana
This is Mana’nın kurucusu Damla Özenç, sürdürülebilir modanın Türkiye’deki karşılığını Cosmo’ya anlattı.
Çok fazla seyahat eden ve kadın kooperatiflerini önceleyen Damla Özenç, el işi ürünler ile sürdürülebilir modayı çoğaltıyor. Yaptığı Fas seyahati esnasında kadın kooperatiflerinin niteliklerini fark ederek küçük tasarımlarla bile büyük değişiklikler yapılabileceğini vurguluyor. Markanın kurucusu Damla Özenç’in, sürdürülebilir moda yolculuğunu dinliyoruz.
Markanın ruhunu nasıl şekillendirdin?
Her şeyden önce, kadına yönelik şiddet konusundan yola çıkmıştım. Sonrasında da Türkiye’deki herhangi bir kadının sosyoekonomik ve sosyokültürel bağlamdan bağımsız olarak el işi yapıyor oluşu üzerine düşündüm. Çok fazla seyahat ediyordum ve kadın kooperatifçiliğinin ve el işinin çok yoğun olduğu yerlerde uzun zamanlar geçirdim. Fas seyahatimde kadınların el işi ile çok güzel işler üretmesini, küçük dokunuşla ne kadar büyük bir şey çıkabilme ihtimalini gördüğümde şunu düşündüm: Kadınlar teknik olarak çok fazla şey biliyorlar ancak tasarım becerisi kısıtlı olduğu için ya da hiç olmadığı için aslında hepimizin kahve içmeye giderken giyebileceği ürünler üretilmiyor.” Amacım bu noktalara dokunarak kadınlara sürdürülebilir gelir modelleri yaratmaktı.
“Belki senin sıkıldığın bir kıyafet, benim aylardır aradığım bir kıyafettir.”
Sürdürülebilirlik sence ne demek? Sürdürülebilirliği gündelik yaşantında nasıl sağlıyorsun?
Sürdürülebilirlik kelimesini daha derin bir yerden sorgulamaya başladığımda gerçekçi olmayan bir noktaya geldim. Sürdürülebilirliğin döngüsellikle mümkün olabileceğine inanıyorum. Bu işin sosyal, ekonomik ve ekolojik tarafı var. Bireyler, tüketiciler ve üreticilerin bakış açıları farklı. Üretici bakış açısından baktığımda en iyi senaryoda benim yine sıfır hammadde ve organik içerikli ürünlere ihtiyacım var ama günün sonunda benim onu satın almam gerekiyor. Her firma sürdürülebilirliğe dönse bile bunun ölçülebilir olması mümkün değil. O yüzden daha çok döngüselliğe inanıyorum ve iş modelimi de, kendi bireysel hayatımı da böyle bir yerden kurguluyorum. İkinci el pazarının dünyada çok büyümesini, tüketicilerin buna doğru evrilmesini görüyorum çünkü yeni bir kıyafetin üretilmesine gerek yok. O kıyafet benim evimde değil, o deri ceket, ayakkabı elimde değil ve sadece ona ulaşabileceğim alana ihtiyacım var aslında. Belki senin sıkıldığın bir kıyafet, benim aylardır aradığım bir parçadır. Bizim buluşabilme ihtimalimizin kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Kendi stilini nasıl tanımlıyorsun? Olmazsa olmazın nedir?
Biraz moduma, dönemine göre, her şeye göre değişiyor. Eklektik diyebilirim. Renk ve desen benim için çok daha heyecan verici o yüzden tenime yakıştırdığım renklerde geziyorum daha çok. Pantolon, elbise gibi vs büyük parçalarda daha desensiz tercih edip daha çok şal, küpe gibi aksesuarlarla çeşitlendirmeyi seviyorum. Büyük parçaları birbirleriyle sürekli kombinlerken şallar, küpeler ya da büyük çantalarla farklı yerde durabiliyorum. Olmazsa olmazın da küpe. beyaz tişört ve süet ceket, bu ikisi de favorilerimden.
Markandaki ürünleri tasarlarken aklında nasıl karakterler canlandı? Belirli bir kadın karakteri var mıydı?
Personalarımız bir sürüydü, toplamda 6-7 persona için işler yaptık ve bu sayede daha kapsayıcı olduk. Yaz ürünlerimiz hem Fethiye’de, Bodrum’da tatildeyken giyilebilecek, sadece küçük bir aksesuar ile büyük şehrin kaosuna uygun hale getirilebilecek parçalar. Kitle olarak daha çok kendi ayakları üzerinde durabilen, gelir modelini yaratmış ve günlük hayatında koşturmacası olan şehirli kadınları ele aldık. Bir plazada toplantı yaparken, kahvecide kahvenizi içerken, oradan çıkıp akşam yemeğine giderken tüm koşturmacanıza uyum sağlayabilecek ürünler tasarladık. Pandemiden beri yeni modeller üzerine çalışmaya devam ediyoruz. Markalarla da çalıştığımız için onların personalarına göre de ilerliyoruz. Hem WWF Market ile hem Yargıcı ile çalışıyoruz, ikisinin kitlesine baktığımızda bambaşka kitleler görüyoruz aslında. Biz daha sıvı bir yerde olup kendimize “Buradan nasıl bir şey çıkartabiliriz?” sorusunu soruyoruz. İnsanlara atık malzemelerden bir şeyler üretildiğinde çok muazzam ve biricik olabileceğini göstermek istiyoruz.
Kendi kişiliğini tek bir kıyafet veya tek bir aksesuar ile eşleştirecek olsan hangisi ile eşleştirirsin?
Şal çünkü sürprizli. Sade bir kıyafetin üzerine koyduğunda bile bambaşka bir görüntü yaratabiliyor ve bir o kadar da küçük. Çantaya atıp her yere götürebilirsiniz, her an kullanabilirsiniz. Birazcık uzunsa belinize kemer olarak bile takabilirsiniz, çok fazla kullanımı olabilir.
Kariyerinde karşılaştığın zorluklar neler oluyor?
Hem Türkiye’deki tüketici kitlesi hem de iş birliği yapmaya çalıştığımız markalarda sektörde henüz bir sürdürülebilirlik ya da döngüsellik mantığı oturmadığı için sorun olabiliyor. İnsanlar ne talep etmesini, markalar da ne üretmesi gerektiğini bilemeyebiliyor. Bu alanda yatırım yapmak istemeyebiliyor. Bizi bir türlü doğru yere koyamayan, anlamlandıramayan markalarla karşılaştık. Fakat özellikle pandemiden sonra sürdürülebilirlik algısı çok değişti ve tüketiciler de daha bilinçli bir noktaya geldi. Yıllar önce görüştüğümüz markaların da strateji ve farkındalıklarının değişmesiyle tekrar kapımızı çaldığı oluyor. Sosyal girişimci olmak, kadınlara gelir modeli yaratmaya çalışmak, ekolojik bir şeyler yapmak markaların kafasını karıştıran bir şeydi ve bunu sadece PR argümanı olarak görüyorlardı ne yazık ki. O noktalar çok zorlayıcıydı, iletişimde güçlük çekiyordum.
First date’de ne giyilmesini önerirsin? Sen nasıl bir görünüm tercih edersin?
Sizi rahat ettiren, görünürlük kaygısı duymadığınız, konforlu kıyafetlerin içinde olmak, insanı daha özgüvenli yapıyor. Ben de konfor alanımda kalıp bir jean, bir beyaz tişört, üzerine bahsettiğim süet kahverengi ceket ve bir şal tercih ederim.