Sahne Açıldı, Başrolde Eylül Lize Kandemir

Eylül’le yollarımız, onun kuzeni ve benim de ilk arkadaşım olan Canberk’in ailesiyle geçirdiğim İstanbul yazlarında kesişirdi. O günlerden bugüne Eylül'ün hikâyesi, ekranlarda canlandırdığı birbirinden farklı karakterlerle şekillendi: “Zemheri”nin “masum” Filiz’inden “Kardeşlerim”in “şımarık” Yasmin’ine, üniversite eğitiminden Shakespeare oyunlarını prova almaya uzanan hikayesiyle, yakında Masumiyet Müzesi’nin gizemli Füsun’u olarak karşımıza çıkacak Eylül’le sohbetimiz aşağıda.
Diyelim ki senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum; sadece adını ve yüzünü tanıyorum. Seni biraz olsun tanıyabilmeme yardımcı olması için bana hangi hikâyeni anlatırdın?
İzmir’de doğdum, üniversiteye kadar orada yaşadım. Endüstri Mühendisliği okudum, üzerine Bilgisayar Mühendisliği'nde yan dal yaptım. Ama tüm bunları yaparken içimde başka bir ses de vardı. Üniversitenin son senesinde içimdeki sesi tam anlamıyla dinlemeye ve oyuncu olmaya karar verdim. Mezun da oldum, evet.
Sosyal medyadaki profilinde önce “Engineer” sonra da “Cat Mom” yazıyor. Şunu merak ediyorum: Hangisi günlük hayatında daha belirleyici, mühendisin mantığı mı, kedinin özgürlüğü mü?
Hayatım boyunca sayılarla, formüllerle uğraştım; aldığım kararlarda mühendisliğin bana kazandırdığı analitik tarafıma güvenirim. Ama kediler... Çok ruhani, çok sezgisel ve özgürlükçü varlıklar. Bir kediye istemediği bir şeyi yaptıramazsınız ama o her şeyin farkındadır, hep. İkisinin arasında bir seçim yapmam gerekirse, şu anki hayatımda sezgi ve özgürlük daha belirleyici. Mantığa sığınıyorum ama asıl kendimi özgür bırakabildiğim müddetçe hayatıma yön veriyor gibi hissediyorum.
Hazır kişisel detaylardan gidiyorken biraz da stilinden bahsedelim istiyorum. Kişisel stilini tarif ederken “tomboy” demiştin ama önemli bir soru daha var: Gardırobunun gizli köşesinde kimsenin bilmediği hangi tarzda bir kıyafet saklıyorsun?
Günlük hayatımda beni daha çok bir “tomboy” olarak görme ihtimaliniz yüksek, evet. Ama aynı zamanda romantik elbiseleri de seven biriyim. Kimsenin bilmediği bir şey çocukluğumdan beri sakladığım, halamın dünyanın dört bir yanından topladığı kumaşlarla kendi diktiği elbiselerim olabilir. Hiçbir yerde bulamayacağınız, çok kişisel parçalar benim için. Favorim ise turuncu ve kızıl tonlarda, gün batımını anımsatan renklerde bir elbise.

Biraz oyunculuk dünyana dönelim: Royal Academy of Dramatic Arts’taki workshop deneyimini biraz daha açalım istiyorum. Londra’dan döndüğünde oyunculuk bakış açında neler değişti? Kendine dair keşfettiğin yeni bir şey oldu mu? Oyunculuğun daha önce hiç bilmediğin hangi yönüyle orada tanıştın ve bu sana ne hissettirdi?
Geçtiğimiz yaz RADA’da kısa dönemli bir workshop’a katıldım. Böyle bir okuldan eğitim almak, hâlâ her gün bana oyuncu olarak iyi hissettiren bir şey. İşinin ehli insanlarla, aynı tutkuyu paylaşan bir toplulukla bir araya gelmek, kendi dilim dışında bir dilde metin analiz etmek ve onu sahneye taşımak çok başka bir deneyimdi.
Orada net olarak fark ettiğim şeylerden biri şu oldu: Oyunculuğun özünde sadece ve sadece duyguyla ilgili olduğu. Bazen öyle sahneler çalışıyorduk ki, Shakespeare İngilizcesini anlamak imkansız gibiydi. Ama mesele ne söylediğin değil, ne hissettiğin ve karşındakine ne hissettirdiğin. Bir diğeri de, orada “oyunculuk” kavramı sadece bir meslek değil, bir varoluş biçimi gibi. Londra’dan döndüğümde bu konuda kesinlikle daha farklı hissettiğimin farkındaydım.
Oyunculuk, bana göre de sadece bir iş değil. Üzerine düşünülmesi, desteklenmesi gereken bir alan. İngiltere, tiyatro açısından gerçekten çok zengin bir ülke ve klasik metinlerle bu kadar yakından çalışmak benim için bir yenilikti. Daha önce hiç bilmediğim bir şey değildi ama bu kadar derinlemesine deneyimlemediğim bir şeydi.
“Masumiyet Müzesi”nin çekimleri tamamlandı, artık rahatça sorabilirim: Füsun’u canlandırmak senin için nasıl bir deneyimdi? Bu süreçte Füsun sana, sen Füsun’a ne kattın? Ona dair yanında ne kaldı, neyi tamamen geride bıraktın?
Füsun’u canlandırmak… anlatılmaz, yaşanır. Füsun, kariyerimde uzun yıllar geçse de özlemle anacağım ve yeri çok özel olacak bir karakter. Ben ona şunu kattım demektense, ona can ve ruh katmaya çalıştım. Onu gerçekten anlamaya çalıştım.
Ondan bana kalan şeyler de elbet var. Füsun sessizlikleriyle, kırılganlıklarıyla çok güçlü bir kadın karakter. Onun gibi bir kadın karakter canlandırdığım için çok şanslı hissediyorum. Füsun bana durmayı, susmayı ve aynı anda çok şeyi ifade edebilmeyi öğretti. O bence benim içimde hala bir yerlerde yaşıyor, hissediyorum.

Kariyerine bakınca şu açık: farklı hikâyelerde farklı kadınlara hayat verdin. Bu noktada merak ediyorum; canlandırdığın karakterler sende nasıl izler bıraktı? İçlerinden biri seni değiştirdi mi?
Bu soruya da “Füsun” cevabımı kullanmak istiyorum çünkü o gerçekten beni dönüştüren bir karakter oldu. Füsun’u anlamak ve o olmak, hayatıma çok derin bir yerden dokundu. Her karakterin bir iz bıraktığı kesin ama beni her anlamda bu kadar zorlayacak ve öğretecek bir yenisi gelene kadar, Füsun.
Seni biraz daha kişisel hayal dünyana çekelim: Diyelim ki hayatını şu an bir film olarak çekiyoruz. Açılış sahnesi nerede geçerdi, fonda hangi şarkı çalardı ve neden özellikle bu sahne seni anlatmaya yeterdi?
Hayatım bir film olsaydı, açılış sahnesi nerede olurdu bilmiyorum ama yağmurlu bir günde geçerdi. Serin, gri hava çok severim. Kapalı hava ve yağmur bana huzur verir. Fonda “Another Day in Paradise” olabilir, bir tane seçmek çok zor. İçinde herkes gibi bir sürü tezatlıklar barındıran biriyim. Bazen içimdeki sessizliği, bazen de dışarıda olup insanlarla olmak isteyebilirim. “Worst Person in the World” filmindeki, dünyanın durduğu an karakterin koştuğu sahne geldi aklıma.

Eylül Lize’yi biraz tanıyan herkes senin kitaplarla aran iyi olduğunu biliyor ama bu ilişkiyi biraz daha açalım istiyorum: Sana hayatındaki dönüm noktalarında eşlik eden ya da senden bir parça taşıdığını düşündüğün kitaplar hangileri oldu?
Kitap, dergi, her türlü basılı ürün aslında ilgimi çekiyor. Kesinlikle tam bir kitap tutkunuyum, hep de öyleydim. Evimde her zaman kocaman bir kütüphane olsun isterim. “Kurtlarla Koşan Kadınlar,” Rick Rubin’in “Yaratıcı Eylem”i, Erich Fromm’un “Sevme Sanatı” şu an aklıma gelenler.
Kitaplardan biraz daha geniş bir alana geçelim, sanatın hayatındaki yerine dokunalım: En son hangi sanatçı veya sanat eseri seni “derinden” etkiledi? Bu etkiyi biraz anlatsana bana.
Gördüğüm her şeyin içinde derin bir anlam arayışındayım, I think I think too much! Hayatımda sürekli olarak yeni bir şeyden etkilenmeyi çok istiyorum. Beni harekete geçiriyor. Bu bir film, bir oyun, bir şarkı, bir sanat eseri olabilir. Her şey olabilir. Londra’da izlediğim “People, Places, Things” oyunu mesela. Bu aralar bir yandan Basquiat print’leri toplarken, diğer yanda Ferdi Özbeğen plakları alıyorum. Her telden çalıyorum diyebilirim.

Hayal gücünü biraz daha serbest bırakalım: Diyelim ki şu an dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir sanatçıyla veya yönetmenle çalışma fırsatın var ve birlikte yaratacağınız şey tamamen sana ait. Kimi seçerdin, birlikte ne yapmak isterdin ve neden özellikle bu proje seni heyecanlandırırdı?
Son zamanlarda “White Lotus”a çok taktım. Yaratıcısı ve yönetmeni Mike White’ın zekasını ve mizah anlayışını çok takdir ediyorum. Yarattığı karakterlerin de her birini çok oynanası buluyorum. Türkiye’de geçen bir sezon yapsa onunla çalışmak çok isterim mesela. Tabii bu çok güncel bir istek, bunun dışında çalışmak isteyeceğim pek çok yetenekli isim var. Saymakla bitiremem.
Ayrılmadan biraz da guilty pleasure diyelim: Tek başına kaldığında, sanatsal veya entelektüel imajını tamamen unutup zevkle yaptığın şey ne? Kendi başına olduğun zamanlarda, izlediğini kimseye söylemediğin ama aslında bayıldığın bir dizi, film ya da YouTube kanalı var mı?
“Guilty pleasure” dediğinde, aslında kimseye söylemediğim bir şey yok. Bazen kafamı boşaltmak, sadece vakit geçirmek istiyorum ve bu konuda YouTube gerçekten çok derin bir deniz gibi. Onun haricinde podcast dinlemeyi çok severim, son zamanlarda bir de YouTube’dan podcast videoları izlemeye başladım. Bundan asla sıkılmıyorum sanırım.
“Bu yazı hoşuna gittiyse, bu ayki Cosmo kapağı da tam senlik. Basılı dergimize göz atmak için tıkla!”
Künye
Genel Yayın Yönetmeni: Işıl B. Cinmen
Dijital Bölüm Başkanı: Yasmin Güleç
Fotoğraf: Müge Yorulmaz Güven
Video: Doruk Efe Çamlı
Söyleşi: Alara Demirel
Moda Editörü: Kumru Kermen
Proje Yönetmeni: Rabia Demirelli
Saç: İbrahim Zengin
Makyaj: Serhat Şen
Prodüksiyon: Meltem Coşkun
Fotoğraf Asistanı: Furkan Dağ
Moda Ekibi: Gizem Çıldız ve Rüya Tekçe
Saç Asistanı: Mahsa Afzali
Makyaj Asistanı: Başak Döner
Set Sorumlusu: Atıl Sakbaş
Prodüksiyon Yardımcısı: Rubin Ürün