Sahnede Yeniden Doğmak: Gözde Mutluer

Her karakter, yeni bir yolculuk. Gözde Mutluer, sahnede ve hayatta kendini yeniden keşfetmenin yollarını arıyor.
Fotoğraf: Yağmur Genç
Fotoğraf: Yağmur Genç

Tiyatro sahnesinin ışıkları altında, ekrandan sanat dünyasına uzanan bir yolculuğun başkahramanı Gözde Mutluer ile bir aradayız. Hayal gücünün peşinden cesurca giden, her adımında tutkulu bir sanatçı, her rolünde derinlikli bir karakter yaratıyor. 4N1K’da Yaprak karakteri ile genç kitlelere seslenirken, Craft Tiyatro'daki son projesi The Pitchfork Disney uyarlaması Uslu Çocuklar’la karanlık ama büyüleyici Haley’i sahnede özgürlüğüne kavuşturuyor. Ancak Gözde’nin hikayesi oyunculuğun ötesine geçiyor; oyunculuk, onun için sadece bir meslek değil, bir özgürleşme, bir kendini keşfetme alanı. Onunla birlikte çıktığımız bu yolculukta, hayallerinin peşinden giderek kurucusu olduğu sanat platformu Disyon ile sanatçı ruhlarla nasıl bir araya geldiğini, sahne ışıklarının ötesindeki derinliği nasıl bulduğunu keşfetmeye davet ediyoruz. Hazırsanız, Gözde Mutluer’in büyülü ve etkileyici dünyasına adım atmaya başlıyoruz.

Oyunculuk serüvenin boyunca çok farklı roller üstlendin. Seni en çok zorlayan ya da büyüten rol hangisiydi?

3 proje sayacağım; ilk olarak 4N1K serisinde canlandırdığım Yaprak karakteri geliyor aklıma. Yaprak.. 2 dizi 3 film sayısız reklam projesi yaptık beraber onunla, çok sevdiğim haliyle en çok bağ kurduğum karakterlerden biriydi. Onunla beraber büyüdüm, ötesi yok sanırım. İkincisi Ömür Atay’ın Kardeşler filmi; beni bağımsız sinema ile bir oyuncu olarak tanıştıran, festivaller dolaşan, bütün oyuncularına Altın Koza kazandırmış bir yapım. Hayallerimi genişletti. Bir de şu an çalıştığım tiyatro oyunu Uslu Çocuklar'daki Haley karakterini söyleyebilirim. Bu rol, yalnızca oyunculuğa bakış açımı değiştirmekle kalmadı; kendimi daha derinlemesine sorgulamamı da sağladı. Uslu Çocuklar, "in-yer-face" akımına odaklanan bir yapıya sahip. Bu, hem izleyiciyi derinden etkileyen hem de oyuncuyu dönüştüren bir tiyatro şekli. Bu süreçte elbette kendimle daha fazla yüzleşiyorum ve çok daha gerçekçi bir perspektifle mesleğime tekrar yaklaşıyorum.

Görünür olamamak, bir şekilde sistemin seni dışarıda tutması ve bunu anlamlandırmaya çalışmak oyuncuyu çok yoruyor.

Sahneye adım attığında seni en çok motive eden şey ne oluyor?

Kendi hayatımda sürekli cebelleştiğim sorular var: “Ben kimim? Kırmızı çizgilerim neler? Neyi severim, neyi sevmem? Nasıl biriyim?” gibi… bu sorulara kesin cevaplar bulabilmiş değilim. Kendimi akışkan biriyim diye tanımlıyorum. Bu noktada, sahneye adım atarken beni en çok motive eden şey, oyunculuğun bana sunduğu akışkanlık şansı. Bir karakter çalışmak, kendi kendine tuttuğun bir ayna gibi her an  kendinle ilgili bir şeyler keşfetmeni ve dönüşmeni sağlıyor. .. Bu, beni sahnede daha özgür ve rahat hissettiriyor.  Görünür olamamak, bir şekilde sistemin seni dışarıda tutması ve bunu anlamlandırmaya çalışmak bir oyuncuyu çok yoruyor. 

DSCF1196.JPG

The Pitchfork Disney gibi derin ve etkileyici bir oyunda rol almak nasıl bir duygu? Bu hikaye seni ilk okuduğunda nasıl etkiledi?

Kariyerimde çıkmazda hissettiğim bir dönemdi. Bu durum, aslında benimle de ilgili değil, daha çok sektörün anlayamadığım dinamikleri ile alakalıydı. Görünür olmak, toplulukların bir parçası olmak, o masalarda yer almak gerçekten çok zor. Bu, işin oyunculuk kısmını geriye atan bir süreç. Dönüp sürekli kendimizi sorgulattıran bir sistem, adeta bir kısır döngü. Özellikle televizyon oyunculuğunda, mesleğin kendisi genelde %30-%40’lık bir yer kaplıyor. Ben ise her zaman kendi varlığımı değil, karakterlerin varlığını göstermeyi seven biriyim. İşte tam da bu yüzden kendime “Oyunculuk bu mu? Eğer buysa, ben burada nasıl var olacağım?” diye sürekli sorduğum bir dönemdeydim.

Böyle bir noktada Craft’tan bu teklif geldi. Karakterin derinliği ve travmatik yönleri beni fazlasıyla etkiledi bazen de tetikledi ama aynı zamanda “Bu kadar yoğun bir karakter, böyle karanlık bir hikaye bana iyi gelir mi?” diye de düşündüm. Beni bu kadar zorlayacak bir şeyin bana iyi geleceğine inandım. Süreç boyunca içimdeki ve dışımdaki korkuları keşfetmeye ve onlarla baş etme yolları üzerine çalışmaya karar verdim.

Karakterine ilk hazırlık sürecin nasıldı? Onu tanımak için nasıl bir yolculuğa çıktın?

Oyunumuz, Haley ve Presley adındaki ikiz kardeşlerin yalnızlıklarını ve sevgi ihtiyaçlarını anlatıyor en temelde. Korkularını birbirlerine hikayeler anlatarak normalleştirmeye çalışıyorlar. Dışarıdaki dünyayı korkunç bir şekilde tasvir ederek kendi güvenli alanlarını yaratmaya çalışan bu iki karakterin dışarıdan gelen bir tehdit ile kabusa dönen bir gecelerini anlatıyor. Aslında oyun oldukça sürreal bir yapıya da sahip; kabusların gerçeğe karıştığı ya da belki de gerçeğin tam olarak o kabuslar olduğu bir evren yaratıyor.

Ayrıca, Oktay Özkan ve Rami Narin ile birlikte oynayacağız. Birbirimize o kadar yardımcı oluyoruz ki, bu setlerde veya sektörde göremediğim bir iş arkadaşlığı biçimi. Beraber bir metin üzerinde çalışmak, kendimizi keşfetmek, kabullenmek ve değiştirmek bunu bir arada yapmak bunlar zor bulunan nimetler. Bireysel olaraksa bir projeye hazırlanırken, adeta bir araştırma insanıyım. İlk olarak kafamda atmosferi yaratmak için terk edilmiş evlere, terkedilmiş insanlara, belgesellere, yazarın diğer oyunlarına ve hayat hikayesine baktım. Bu çocukların yaşadığı travmalarla özdeşlik kurmaya çalışıyorum. Yönetmenimiz Çağ Çalışkur harika biridir, Craft ekibi de. Onlarla çalışmak çok yol gösterici.

DSCF1135.JPG

Sahnede Gözde’yi izlesen, oyun bittikten sonra kendin hakkındaki düşüncelerin neler olurdu?

Henüz oyun sahnelenmediği için, bu soruyu daha çok kendimi televizyonda ya da sinemada izleme deneyimim üzerinden yanıtlayabilirim. Çok tazeyken, yani yeni bir projeyi ilk kez izlediğimde, kendimi genellikle pek iyi hissetmiyorum. Ancak üzerinden biraz zaman geçtikten sonra, projeye yeniden daha geniş bir perspektiften baktığımda durum değişiyor. Kendime kötü davranmayı seven biri değilim ama ister istemez içimde konuşan bir ses oluyor. O sesi dönüştürmenin önemli olduğunu düşünüyorum çünkü zaten çevremizde yeterince kapalı kapı, yargılayıcı ses var. Ülke gündeminden sokağa kadar her yerde böyle bir atmosferle karşı karşıyayız. Bu yüzden, artık kendimize karşı daha nazik ve anlayışlı olmamız gerektiğine inanıyorum. 

Sahnede “kalp atışlarını hızlandıran” bir replik söylemek zorunda kalsan, bu ne olurdu?

Bir seyirci olarak bile, gerçeklerden bahsedildiği her an, kalp atışlarımın hızlandığını hissediyorum. Seyirciye dokunan, toplumsal olaylara dokunan bir eserin içinde olmak ise bu duyguyu daha da yoğunlaştırıyor. Sahnede gerçeği bükmek gibi bir durum var elbette, ama kurgunun içindeki gerçek bir cümle bile hem benim hem de seyircinin kalp atışlarını hızlandırabiliyor. Çalıştığımız oyunun bütünü de aslında tam olarak bu şekilde işliyor; kurgunun içinde yer alan gerçekler, herkesi derinden etkiliyor.

DSCF1095.JPG

Tiyatro sahnesindeki canlı performanslarını, ekran deneyimlerinle kıyaslandığında seni nasıl besliyor?

Bu oyuna başlamadan önce bana bu soruyu sormuş olsaydın, tiyatro insanı olmadığımı söylerdim. Bunun sebebi ise aslında tiyatroya dair içimde büyük bir bilinmezlik olmasıydı. Çünkü ben Sinema okudum, televizyon ve sinema oyunculuğu yaptım.Bütün ilgim kameradaydı.Kamerayı gerçekten çok seviyorum. Ancak şimdi tiyatro sahnesine adım attığımda, iki alanı kıyaslayarak bakınca çok farklı dinamiklere sahip olduklarını görüyorum.

Tv’de, oyuncudan bağımsız birçok etken var. Sahneyi çektikten sonra neye dönüşeceğini, bilemiyorsun. Kurgu ve yönetmenin, yapımcının bakış açısı, diziyse eğer senaristin karakterini nasıl değiştirebileceği  gibi unsurlar da performansın önemli bir parçasını oluşturuyor. Oysa tiyatroda, işin merkezinde oyunculuk yer alıyor.. Bu da bana kendimi çok daha güvende hissettiren, tüketmeyen çoğaltan bir alan sunuyor. Sinemada sahneler "kestik, tekrar alalım" diyerek defalarca çekilebilir. Ama tiyatroda prova sürecinde neler keşfettiysen, sahnede onlarla var oluyorsun. Bu durum, her anın özel olmasını sağlıyor. Şu an tiyatro sahnesinde olmanın bana kattığı heyecan ve özgürlük hissi çok farklı. Umarım bu süreçte elimden gelenin en iyisini ortaya koyabilirim. 

Disyon, bağımsız sanatçılar için oldukça önemli bir platform. Bu projeyi hayata geçirirken seni en çok heyecanlandıran şey neydi?

Disyon benim çok uzun zaman önce kurduğum hayaldi. Özünde ‘’galeri komisyonu almayan bir edisyon galerisi’’ olarak başlayan bu proje, sanatçıların eserlerini edisyonlar halinde satabileceği, görünürlük sağlayabileceği, kendi projelerini geliştirebileceği bir yapı. Bu özelliğiyle zamanla daha geniş kapsamlı bir platform yaratma fikri beni her zaman heyecanlandırdı.

Kişisel olarak ise; oyunculuk mesleğine dair umutsuzluğa ilk düşmeye başladığım döneme denk geliyor, orada kapılar sana ya açılıyor ya açılmıyor neden olduğunu da anlayamıyorsun.Resimde ve müzikte de böyle durum. Resim yapıyordum ve edisyon satışı, sergi yapmak, görünür olmak gibi konularla bizzat boğuşuyordum. Sanatçıların büyük bir kısmı yolculuklarının daha başında vazgeçebiliyor. Çevremdeki bütün sanatçı arkadaşlarım da aynı durumdaydı. Bu noktada, bu çabanın kolektif bir yapıya dönüşmesi gerektiğini düşündüm. Ancak bu şirket sadece bir organizasyon değil, aynı zamanda sanatçıların söz sahibi olduğu bir yer olmalıydı. Çıkış noktam tam da bu oldu.

Disyon bünyesinde çok yetenekli ve heyecan verici sanatçılar var. Sanata da, klasik sanat ve galericilik anlayışı dışından bakmaya çalışıyoruz. Türkiye'de henüz "upcoming" olarak değerlendirilebilecek, ancak yurtdışında tanınan, potansiyeli olan yeni nesil birçok genç sanatçıyla, onları kendimize bağımlı hale getirmeden çalışıyoruz. Yılda iki kez sergi düzenlemeye ve dirsek temaslarımızı arttırmaya çalışıyoruz. Şu anda DasDas’ın içinde daimi bir duvarımız var, pop-up sergilerle her an her yerde varolabiliyoruz. Destekçiler ve sponsorluklarla yavaş yavaş büyüyen bir yapı haline geldik. 

DSCF1163.jpg

Disyon’da senin de eserlerin yer alıyor. Kendi sanatını ortaya koyarken en ilginç ilham kaynağın ne oldu?

Eserlerimde oyunculuğun büyük bir etkisi var. Portreler çiziyorum ve bu portreler aslında benim hayatımdaki farklı dönemlerimi de temsil ediyor.Öyle planlamıyorum ama tutulduğum bazı hislerle bakıyor hepsi. Bana benzemeseler de o dönemlerde yoğun şekilde hissettiğim duyguların bir yansıması. Bazen de  değişmek ya da bir karaktere hazırlanmak istersin; işte bu süreç benim için genelde “Bir şeyler çizmeliyim, bir şeyler yazmalıyım” fikriyle başlıyor.

Son birkaç yılda ise korkutucu ve distopik şeyler çizmeye başladım. Yangından kaçan insanlar, kıyamet sahneleri gibi görsellerle dolu üretimlerim var. Bunlar içimde yaşadığım olaylarla, dünyadaki zulümlerle bağlantılı. Beni de korkutuyorlardı. Oyunculuk ve resim birbirini besleyen iki alan benim için. Oyunculuğum resimlerimi etkilerken, resimlerim de oyunculuğu araştırıyor.  Bir duyguya girmek istediğimde, bazen kendi eserlerime bakarak o hissi yakalıyorum. Kendimi ifade etmek için sözcüklere çok sık başvuran biri değilim; bu yüzden duygularımı ve düşüncelerimi çizimlerimle anlatmak benim için daha anlamlı bir yol.

DSCF1089.JPG

Sence Disyon bir tiyatro oyunu karakteri olsaydı, nasıl flört ederdi?

Sanatçı ilişkilerindeki rolünü düşünürsek, karşısındaki kişinin kendisini ifade etmesi için çabalayan bir partner olurdu. İlham veren, yeni yollar açma çabasıyla seni motive eden ve hayal etmeye bile cesaret edemediğin şeyleri hayal etmen için seni dürten bir karakter olurdu. 

Bir gün boyunca resimlerinle konuşsaydın, onlara ilk ne derdin?

Konuşmaktan ziyade, bakışmayı çok seviyorum. Bir portremin olduğu herkes aynı şeyi söylüyor. Cümlelere inanmayan bir iletişim orada var. Portrelerimde de bakışarak konuşma durumu ayna olmayan bir ayna gibi. O yüzden konuşmalardan çok bakışmalara varım.

Sahne ya da ekran dışında kendini tamamen özgür hissettiğin bir anı tarif etmeni istesek, bu nasıl bir an olurdu?

Kendimi en özgür hissettiğim anlar ,tek başıma yolculuğa çıktığım zamanlar oluyor. Bu gerçek anlamda bir yolculuk da olabilir, bir projeye hazırlanmak da.. Bir de spontane gelişen planlar var; kendini şaşırtmak dediğimiz şey. Çok basit bir şey de olabilir bu ama düşünmeden karar verebiliyor olmak ve aniden harekete geçebilmek muazzam bir duygu. 

Sabah kahveni yudumlarken ilk aklına gelen şey genelde ne olur? Sanat mı, tatil planları mı yoksa uykuya geri dönme isteği mi?

Önce saate bakıyorum. Haftanın birkaç  günü çok erken kalkıyorum. Erken kalkmışsam ilk iş kahve yapıyorum. Kedilerimle vakit geçiriyorum. Daha sonrasında dışarıdaki işlerim için rahat vakit yaratıyorum. Genel olarak sabah erken kalktığım zamanlar benim yapılacaklar listeme tik attığım, beynimi en çok yakan zaman aralığı oluyor.

DSCF1158-2.png

İlham almak için gittiğin gizli bir kaçış noktası var mı? Bir boş gününde seni nerede, ne yaparken bulabiliriz?

Ben yolda ilham alan biriyim. Gözü ve kulağı açık bir bireyin, aslında her şeyden ilham alabileceğine inanıyorum. Kendimi rahatlatmak ve sakinleşmek istediğimde suya bakmak çok iyi geliyor..Suya dalıp gitmek, zihnimi sakinleştiriyor ve beni dinginleştiriyor. İlham almak için ise en sevdiğim kaçış noktası sinema. Film izlemek evimizin olmazsa olmazı zaten.

Eğer bir tiyatro oyunu yazacak olsan, bu oyunun ana teması aşk mı, yoksa arzu mu olurdu?

Aşkın bence çok farklı şekilleri var. Arzu da aslında bu şekillerden biriyle iç içe olabilir. Belki de aşkı arzulamak üzerine bir arzu... Aşk hali dediğimiz o duygu var ya, bir kişiye bağlı olmayan, tamamen o aşık olma hâli. İşte o hâli aramak, o duygunun peşine düşmek, başlı başına sancılı bir süreç.

Sanırım böyle bir süreç üzerine yazmak isterdim. Aşkı arzulamanın, o duyguyu bulmak için gösterilen çabanın, belki de bu arayış sırasında insanın kendisiyle yüzleşmesinin hikayesini anlatmak... 

DSCF1107.JPG

Şu an gardırobunda en çok giydiğin parça nedir?

Bir deri ceketim var, onu çok seviyorum. O kadar çok giydim ki artık soyulmaya başladı. Çok üzgünüm.Yaklaşık beş yıldır dolabımın favorisi.. Genel olarak ceketleri çok seviyorum, her kombini tamamlayan kurtarıcı parçalar gibi geliyor bana.

Favori guilty pleasure dizin ya da filmin nedir?

Guilty pleasure’ım yeni çıkan her Türk dizisinin ilk bölümünü izlemek. Başına böyle bir niyetle oturmasam da gerçekten özgün bir şey görmek zor artık.

Şu an çalma listende dönen üç şarkıyı bizimle paylaşır mısın?

Foxygen - Shuggie
Anadol - 78 Yılının En Uzun Dakikası
Hacı Taşan - Bugün Ayın Işığı 

yigitcangenc1
Yiğitcan Genç
Yazar
Yiğitcan Genç, dergicilik hayatına bone Magazine & Curated Magazine dergilerinde başladı. Bant Mag., Dadanizm, L'Officiel Hommes Türkiye, Based Istanbul ve GQ Türkiye gibi yayınlarda editörlük yaptı. Dijital dünyada güçlü editoryal içerikler yaratmanın önemine inanarak üretimine devam ediyor.
Devamını okumak için tıklayın
Haftalık