Cosmo Kapak Kızı: Hazar Ergüçlü

"Kendini bilmek en büyük güç."
YAZAR:
Hazar Ergüçlü
Mustafa Nurdoğdu

Hazar Ergüçlü ile uzun zamandır ilk kez yoğun set trafiğinden uzak, kesintisiz bir tatil döneminin tadını çıkardığı bir günde konuştuk. Tiyatro, sinema ve dizi işleri için İstanbul’a dönmeden önce, sadece yaşamaya odaklanmış bir halde, gücünü topluyordu.

Hazar Ergüçlü’nün yüzünde, çocukluğun uzun yazlarını hatırlatan her şey mevcut. Yanakları güneşten taze kızarmış, sıcacık tebessümü hafif dalgacı, gözleri öğle uykusundan yeni kalkmış- çasına mahmur; saçlarını tepesinde şöyle bir toplamış, üzerinde beyaz bir atlet... Memleketi Kıbrıs’ta geçirdiği uzun tatilinin son demlerini sürmekte olduğu için röportajı görüntülü online yapmak durumundayız. Bir anda içeriden gelen bir sese kulak kabartıp anneannesine cevap vermek için kısa bir müsaade istiyor. Bahçeye çıkıp “Nene röportajdayım! Gelecem, gelecem birazdan!” diye bağırıyor üst kata doğru.

HAZ_03_2149 copy-2.jpg
Denim ceket: ITMFL, Elbise: Luna Per Noctes, Çizme: Sandro

Kıbrıs şivesiyle konuşan viral fenomen

 Evet, bildiniz, nenesiyle Kıbrıs şivesiyle konuşuyor. Bir Kıbrıslı, Kıbrıs’ta başka nasıl konuşacaktı ki? Geçtiğimiz günlerde, Ergüçlü’nün sekiz yıl önce vermiş olduğu ve muhabir arkadaşla Kıbrıs şivesiyle konuş- tuğu bir televizyon röportajı ortamlara düştü. Düşer düşmez de sosyal medyada trend topic olmayı aşıp viral fenomene dönüştü ve büyük bir hayretle karşılandı. Hâlbuki Haliç Üniversitesi Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nde okumak için İstanbul’a geldiği seneye kadar hep ve Kıbrıs’ta bulunduğu zamanlarda daima konuştuğu, doğal dili bu: 

“Buradayken böyle konuşuyorum, Türkiye’deyken öyle konuşuyorum. Üstelik ikisini de tuhaf bir şekilde, iki ayrı persona gibi yaşıyorum. Seviyorum yani bu ikiliği... Üniversiteye gelene kadar zaten burada da Türkiye kanallarını, haberleri, dizileri izliyorduk. Hâkimdim zaten İstanbul Türkçesine, taklit ettiğim bir şeydi. Sonra konservatuar eğitimi de almaya başlayınca süratli gelişti adaptasyon.”

Baba ve kızı

Röportajı yaptığımız haftanın hem birinci ölüm yıldönümü ne hem de doğum gününe denk düşmesi sebebiyle babasının fikriyle meşgul kafası. Aklında ve dilinde, yoğun bir şekilde, rahmetli basın duayeni Süleyman Ergüçlü var.
“Üstünden bir sene geçti, ben daha yeni idrak ediyorum” diyor: “Ama bunun dışında iyiyim. Şükür moduna geçtim. Bir merhamet çöktü üzerime. Ölüm insanı çok değiştiriyormuş gerçekten. Zamanında bu konuya karşı nasıl bu kadar cahil
ve şımarık olabilmişim diye şaşırıyor insan. O eski beyliklaflarını hatırlayınca kendine karşı öyle mahcup, öyle rezil hissediyorsun ki... Buna rağmen hayatı sevebilme, yaşadığından zevk alabilme, toleranslı olabilme gibi birtakım yetileri de kazandığım bir dönemdeyim.

İki uçta gidip geliyorum böyle... İnsanlar, bazen şaşırıyor bu hâlime ya da çekindiklerini görüyorum, ölüm meselelerinden, ebeveyn vefatından konuşmaktan yana... İnsanlarda bir tür utanç, korku duygusu uyandırıyor; ‘Ne diyeceğimi bilemiyorum’lar falan vardır ya... Eskiden ben de öyleydim. Oysa yakını vefat eden kişi için çok gündelik, ‘Şu suyu uzatır mısın’ demek gibi
bir şey bu konuyu konuşmak.”

hazar-erguclu-2.jpg
Üst: ITMFL Denim pantolon: Luna per noctes Çizme: Sandro Gözlük: Loewe, Brandeyes Takılar: Messika

Güç, Güçlü, Ergüçlü

Temamız ‘güç’ olduğu için gayri ihtiyari, bu soyadını nasıl aldıklarını
sorasım geliyor: “Dedem Türk Mukavemet Teşkilatı’ndaydı benim. Oradaki kod adı Güçlü’ymüş. Nasıl Denktaş’ın kod adı Toros’muş, dedeminki de Güçlü... Bizimkiler (1974’de, Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi döneminde) soyadı kanunu çıkınca Güçlü’yü seçmek istemişler. Hatta babaannem tutturmuş, ‘Almaya ben gideceğim, bu evin reisi benim’ diye... Ama gittiğinde ‘Sen git, oğlun gelsin’ demişler. O sırada Güçlü soyadı alınmış olmuş, nihayetinde Ergüçlü’yü almış babam.”

Tamamlanmış hissetmek

Hazar Ergüçlü’nün güç kelimesinden anladığı “tamamlanmış hissetmek”: İç dünyanda, ruhsal olarak gelişmiş olmaktır, güçlü olmak benim için. Kulağa basit geliyor ama kendimi en güçsüz hissettiğim zamanlar egomun kırılgan olduğu zamanlar. Alınganlaştığım, çocuksulaştığım zamanlar... Güçlü olduğum hâlim, incir çekirdeğini doldur mayacak şeylere aldırış etmediğim, bazı lüzumsuz şeyleri geride bırakabildiğim hâl bana göre. Yıllarca terapi görüyorsun, kendini geliştirmek için bunca uğraş veriyorsun, kitaplar deviriyorsun, sonra aynı hataları daha gelişmiş bir versiyonunla yaparken buluyorsun kendini bazen. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de o. Bu yolculukta sadece farkındalığını geliştirip kendine mukayyet olabilirsin. Daha fazla bir şey gelmiyor elden hayatta. Güçlü olmak da belki bunu bilmek, yani kendini bilmek... Sınırlarını, yapabileceklerini, acizliğini bilmek... Ve bu bilgiden yola çıkıp bu bilgiye rağmen amaçların doğrultusunda olumlu bir şeyler yapabilmek...”

hazar-erguclu-3.jpg
Denim üst ve şort: Rheme & Fons Takılar: Messika

Hatadır yapılır

Oyunculuk mevzubahis olduğunda dilini korkak alıştırmaktan vazgeçme gayretinde artık. Hata yapmaktan korkarak hiçbir şey yapılamayacağına kanaat getirmiş: “Eskiden yönetmenin isteğini çok iyi anlıyordum ve bazen saçma da olsa o istenilen şeyi oldurmaya, çok içime sinmese de makul bir yerden tutturmaya çalışıyordum. Şimdi daha çok dürüst olma gücünü göstermeye çalışıyorum. Bunun beni de işi de daha çok koruduğunu görüyorum. Ne olur yani fikrimi söylersem? Söylediğim, yanlış bir fikir de olsa ve ben yine de söylesem, en kötü ne olur yani? ‘Hayır, Hazar’cığım sen onu kendi filminde yaparsın’ derler, olur biter. E ben de onu kaldırabileyim yani, o kırılgan egom incinmeyiversin. Denememekten daha kötü bir şey değil ki bu. Hata yapılır çünkü... Herkes hata yapar. İşin kreatif tarafındaki insanlarla böyle iletişim kuruyorum artık ve bunun çok da mümkün olduğunu gördüm. Hiç korktuğum gibi değilmiş. Bu bilgi beni daha da açtı. İşi daha da çok sevmeme, daha üretken olmama alan sağladı. Durduğum yerde kendi alanımı genişletmeye çalışıyorum.”

İşten güçten yana bunca yoğunluk söz konusuyken, hayattaki öncelikli işinin yaşamak olduğunu söylüyor. Düzgün bir insan olmayı öğrenmeyi, en çok emek harcadığı asli görevi olarak addediyor: “Tatili uzatabildiğim kadar uzatmaya çalışıyorum. Yaydım iyice... Ama İnci Taneleri’ne dönmek için heyecanlıyım da... Çok sevdiğim bir set orası; oyunculuğumu açtı. Hem çok eğleniyorum hem de çok severek oynuyorum karakteri. Yılmaz Erdoğan’la karşılıklı oynadığım için sahnede, oyunculuğa dair de direkt, kısa yollar öğreniyorum. El yordamıyla çok uzun sürede, bayağı uğraşarak ulaşacağım iki kelimelik cümleye o beni tak diye getiriyor çünkü yıllar önce çözmüş onu zaten. Dilber, çocuksu bir karakter, başına ne gelirse gelsin her an kendinle dalga geçebileceğini öğretti bana. Hayat ona devamlı felaketler yağdırıyor, onun hiç dahli yok bunlarda, hep başına geliyor işler... Her felaketin beş dakika sonrasında şakasını yapabiliyor. Ancak yetişkin olmayan bir insan bu kadar esnek olabilir, beş dakika sonra
başka bir şeye aynı dikkatle eğilebilir. Kendine harika sahip çıkıyor, her adımını
savunuyor... Bazen çok içi boş cümleler etmesine rağmen taş gibi orada yani...
Kendimle ilgili de çok şey öğreniyorum Dilber’e bakarken... İnsan bazen kendinin de yaptığı şeyleri senaryodan okuyunca güzel tokatlanıyor...”

hazar-erguclu-1.jpg
Triko üst ve alt: Endam Denim etek: Coperni, Vakkorama Çizme: Sandro Takılar: Messika

Tarlaya gidiyorum çiçek suluyorum

Sette motor denilecek ana kadarki gündemi belli. Sek, dümdüz yaşamak: “Tarlaya gidiyorum, çiçek suluyorum. Anneannemle, dedemle, abilerimle, ailemle birlikte vakit geçiriyorum. Her sabah kalkıp yolun karşısına geçiyorum, bir patikadan denize iniyorum; plaj değil, bir şey değil... Orada bazen tek başıma, bazen sevgilimle, sabahın köründe yüzüyorum; çarşaf gibi deniz... Geri dönerken acıkmış oluyorum, ağaçtan koparıp incir yiyorum. Bir koltuktan kalkıp öbürüne yayılarak kitap okuyorum. Günün geçişini, bulutları izliyorum. Böyle küçük, basit, insanı en çok mutlu eden şeylerle geçiyor zaman... Ne yaşarsak kâr kalıyor yanımıza... Yarın–öbür gün ‘Ay çok özledim’ diye zıp zıp zıplayarak geri döneceğim İstanbul’daki hayatıma sanki bunları ben dememişim gibi, o da ayrı... Üstelik o hâlde en az bunun kadar sahici olacak. Sarkacın bir ucundan diğer ucuna, sallanıp duruyorum dedim ya... Hayat işte...
 

Genel Yayın Yönetmeni: Işıl Cinmen

Fotoğraf: Mustafa Nurdoğdu

Kreatif Direktör: Serli Gazer

Moda Editörü: Kumru Kermen

Saç: Ferit Belli

Makyaj: Ece Birsen

Prodüksiyon: OBSİDYEN KREATİF

Fotoğraf Asistanları: Selim Kılıç, Gökhan Kahraman

Video Asistanı: Berk Yılmaz

Moda Editörü Asistanları: Sena Canbek, Zeynep Kaya

@talentco.tr
@saltandpepperproject
@nyxcosmetics_turkiye
@golin.istanbul

WhatsApp Image 2024-09-19 at 16.50.38.jpeg
Ebru Çapa
Yazar
Ebru Çapa, Cosmopolitan Türkiye'nin Pop-Kültür kategorisinde yazdığı içerikleri sizlerle buluşturuyor.
Haftalık