İstanbul’un Gece Hayatı: Çöp mü Işıltılı mı?

Avrupa’nın en iyi gece hayatı gerçekten İstanbul’da mı?

YAZAR: Ülker Zeynep Çolak
istanbulda-gece-hayati-1
Meruyert Gonullu | Pexels

Festival Ruhu

Ortaokul yıllarımda, ablamdan aşırdığım müzik zevkimi daha ileriye taşımak için bluejean ya da Headbang gibi dergileri takip ederdim. Hem dünyadan hem Türkiye’den güncel müzik etkinliklerini ve haberlerini görebileceğiniz hem de bugünün popüler kültürünün kilometre taşlarının doğuşuna şahitlik edebileceğiniz dergilerdi bunlar.

O dergilerde beni etkileyen şey Rock’n Coke, Radar Live ve daha adını hatırlayamadığım pek çok havalı isimli festivalin İstanbul’daki bir hafta sonunu yıkıp geçtiği üzerine haberlerdi. İstanbul, uyumayan şehir! İstanbul’da gece bitmiyor! İstanbul’da gündüzler gecelere karışırken…! İstanbul, Avrupa’nın en iyisi! (O dönemler İstanbul’un bir Avrupa kenti olduğuna dair çok daha fazla yazılıp çizilirdi.)

İstanbul’a yerleşmem üniversiteyi kazanmamla oldu. Iron Maiden’in, Metallica’nın adımını attığı stadyumda acaba kimleri izlerim, dinlerim diye merak ediyordum. Fakat üniversite sınavlarına hazırlandığım dönemde zaten çoğu festival ya yatırımcı bulunmadığı için ya da hoş karşılanmadığı için yapılamıyordu. Gözler Zeytinli’ye falan kaymıştı. “Asmalımescit’in yıldızı” Babylon da 2014’de kapanmıştı.

View post on X

Geldik Günümüze

Yıl oldu 2024. Rockçılığıma zeval geldi, zaten kimin gelmedi ki. Elektronik müziğin peşinde koşan o insanım. Artık gece yarısı olunca yelpazem, tül eldivenlerim ve uzun siyah kabanımla, biletimi gösterip elimin arkasına damga basılmasını ya da anca maket bıçağıyla kesince çıkan o bilekliklerin takılmasını bekliyorum.

Bu yaz çok sayıda festival ve konsere gittim. Festivallerin sosyal medyada ne derece paylaşıldığını görmüşsünüzdür. “Meğer herkes oradaymış ben nasıl gitmedim,” dediğiniz de olmuştur. Eli yüzü düzgün birkaçı dışında, festivallerin son gününde Instagram sayfalarına girmenizi ve gönderilerin altındaki güncel yorumları bir okumanızı tavsiye ederim.

Upuzun bira kuyrukları, paranızın çöp oluşunu hissettiğiniz o dakikalar, herhangi bir hijyen standardını yakalayamayacak kulübe tuvaletler, dans ederken çevresini fark edemeyen insanlar… 20’li yaşlarımın başlarında bunlar hiç sorun gibi gelmiyordu, dans ederken böğrüme yediğim kol darbesi dahil. Fakat belli ki tahammül seviyem azaldı.

Gece Hayatında Sex and the City Etkisi

Rooftoplar, salsa clublar, tanışılan hoş mu hoş beyefendiler, martiniler ve gece sonu “şak” diye bulunan taksiler (en çok buna hasretim)...

GettyImages-72567395.jpeg
Getty Images

Hiç girls night out’larınızın buna pek de benzememesinin nedenlerini düşündünüz mü? Birincisi, bu bir dizi. Evet, en önemli kısmı geçtik.

İkincisi, genelde bu tarz eğlenceli gecelerin sonu bir terapi sahnesine bağlanmıyor. “Kanka sana küçükken öyle yaptılar ya sen o yüzden şimdi böööylesiin.” gibi analizler yok. Ki bence girls night’ın şanındandır ekonomik şartlardan dolayı gidilemeyen terapileri birbirimize yapmak. Üç, o kadar şık giyinip topuklularla mekanlar arası yürümek kolay değil. Dört, şehrin merkezinde oturmuyorsunuz. Beş, muhtemelen öyle bir paranız yok. Altı, öyle adamlar da yok. Yedi ve en önemlisi, güvenlik kaygınız had safhada.

Salaş Barlar: Kadıköy, Beşiktaş

Ben de İstanbul’da ilk adımlarımı rooftop’lara doğru atmadım tabii. Öğrenciliğim Beşiktaş ve Kadıköy çarşılarındaki salaş, bol sigara dumanlı ve nispeten ucuz biralı o yerlerde geçti. Hatta bu kokteyl, rooftop ve hafif müzik olayı Sex and the City ile hoşuma gitmeye başladı diyebilirim.

Arkadaşlarımla hep müdavimi olabileceğimiz bir bar aramıştık. Ama bir ihtimal bağlanabileceğimiz yerler ya kapandılar ya da hepimiz İstanbul’un farklı bir noktasına dağıldık, artık yurtta ya da öğrenci yuvası semtlerimizde kalmıyoruz. Hiç kimseyi de arkadaşlarıyla beraber şehrin merkezine yerleştirmiyorlar. Ki en özendiğim şeylerden biriydi, şu How I Met Your Mother'daki gibi bir bar bulabilmek. Her türlü rezilliğe rağmen oranın seni kucaklaması… Üniversitenin ilk yılları, berbat mideli kötü anlarınız olmuştur o çok sevdiğiniz barda. Mekandan son bir bakışla, kolunuzda çok sevdiğiniz o savruk arkadaşınız, “elveda” der bir daha gelmeye yüzünüzün olmayacağını bilerek orayı terk edersiniz. O öğrenci barlarındaki kötü canlı müziği ya da yüz tane kağıttan bardak altlığını özlemiyorum da ucuz birayı ve “yeneceğim seni İstanbul!” sohbetlerini biraz özlüyorum.

View post on Instagram
 

Sonuç

Kendi paranı harcamanın güzelliği ve bir şeyleri kaçırmamak isteğinden çıkan bu bilet ve rezervasyon rutinlerimi, çalışma hayatının yoruculuğu ve belki de gerçekten bu “zengin” gece hayatından sıkılmamdan dolayı bir süre sonlandırıyorum. Bir de param bitti.  

İstanbul’u kötüleme amacım yoktu. Atsan atılmaz, satsan satılmaz, alıştığım çok şeyi var. Avrupa’dan gelen her arkadaşımın “Bizim orada 22.00’dan sonra oturulacak yer kalmıyor Zeynep!’’ isyanını hafif bir tebessümle dinliyorum hep.

Üzerimdeki rehaveti atıp kart ekstremi kendine getirdikten sonra, benden uygun fiyatlıdan lüksüne doğru, İstanbul’daki en güzel mekanlar ve içilebilecek güzel kokteyller listesi gelebilir. Olur da durumlar kötüleşirse, evde hazırlayacağınız pratik parti yemeklerini ve film geceniz için en güzel film önerilerini derlerim. İşte bunlar hep finansal durumuma bağlı.

NOT

Şu umumi kulübe tuvalet konusuna da, bu alanda fayda sağlayabilecek birine ulaşması umuduyla, bir bilgi eklemek istiyorum. Kadınlar ve erkekler tuvalette aynı sürede ihtiyaç gideremiyor. O yüzden hele de etkinlik alanı gibi bir yerde, eşit sayıda tuvalet konulduğunda adil olmuyor. İki kadın tuvaletine, bir erkek tuvaleti konması lazım ki adil olabilsin.

Öpüyorum.

ulkerzeynepcolak
Ülker Zeynep Çolak
Yazar
Zeynep, 26 yaşında, mimar. Yayınlanan ilk yazıları, kent ve toplumsal cinsiyet çalışmaları üzerineydi. Feminist kent okumaları yapıyor, medya okur yazarlığını her gün geliştiriyor, tasarlanacak şeylerle ve kokteyllerle ilgileniyor.