Sex and the City’den Moda Dersleri
Dört harika kadın ve yüzlerce ikonik kombin!
Herkesin kendinden bir parça bulabileceği, her anlamda bize yol gösteren ikonik dizi Sex and the City, 4 kadın karakterin güçlü kişiliklerini ve modaya olan bakış açılarını yansıtıyor. 6 sezon boyunca Carrie, Samantha, Miranda ve Charlotte’ın her anına şahit olduk. Bazen empati kurduk, bazen sinirlendik ve her zaman kıyafetlerinden ilham aldık. Sex and the City koca bir moda kütüphanesi. Karakterlerin, duygu durumlarını giyimleri üzerinden ifade etmesi, modayı dizinin ana elementlerinden biri yapıyor.
Sex and the City’de yıllar boyunca birçok ilişkiyi izledik ve onlardan bir şeyler öğrendik. Peki ya moda konusunda bize neler kattı?
Ayakkabılar Kombininizin Her Şeyidir
Dizinin her karakterinin kendine özgü stili sayesinde izlerken kendimize katabileceğimiz birçok detay bulabiliriz. Örneğin, Carrie ve onun Manolo Blahnik ayakkabılara olan aşkı bize kombininimiz için ayakkabıların ne kadar önemli bir parça olduğunu gösterdi. Ayakkabı kıyafetinizi öne çıkarabilir veya mahvedebilir. Carrie bunu nasıl kullanacağını çok iyi biliyor, bu masum bağımlılığı ile ayakkabıların bir kombin için ne kadar tamamlayıcı olduğunu her bölümde anlatıyordu. Sandaletler, botlar ya da topuklu ayakkabılar… Carrie bu ayakkabılarla koşmak dahil her şeyi yaptı. Gideceğimiz yeri önemsemeden ayakkabılarımızı her zaman doğru seçmeliyiz. Stiletto giymekten korkmamalıyız, günümüzün nasıl başlayacağını ve nasıl biteceğini tahmin edemeyiz. Ayakkabılarımızın işlevsellikten uzaklaşması bizi korkutmamalı.
İş Kıyafetleri Sıkıcı Olmak Zorunda Değil
Sex and the City’den öğrendiğimiz bir diğer moda dersi ise: İş kıyafetleri sıkıcı olmak zorunda değildir. Özellikle Samantha ve Miranda’nın çok sık takım elbise giydiğini gördük. Doğru aksesuar ve renk seçimi ile işe giderken power suit tarzı bir kombin tercih edebiliriz. Samantha’nın oversize omuz silüeti ve canlı renkler tercih ettiği takımlar sıkıcı olmaktan tamamen uzaktı.
Güçlü, bağımsız ve çalışan kadınların medyadaki temsilcisi olan dört ana karakterin kıyafetleri de hikaye anlatımı için söyledikleri ve yaptıkları kadar önemli hale geldi. Dizinin kostüm tasarımcısı Patricia Field, kıyafetler ile mesaj vermeye çaba gösterdi. Dizide her ne olursa olsun dört kadını her daim çalışırken gördük.
Stil Kişiseldir
Sex and the City tarzımızın bize özel olduğunu, trendlerin değil stilin kalıcı olduğunu öğretti. Birbirinden farklı bu dört kadın, kendilerine özgü stilleriyle hem birlikteyken hemde bireysel olarak öne çıkıyordu. Moda cesaret ister ama herkes bu kavram altında aynı şeyleri yapmak zorunda değildir. Biz bu dört güçlü kadından stilin kişisel bir bakış açısı olduğunu ve hiçbir kuralın olmadığını öğrendik. Kendi tarzımıza yakışacağını inandığımız her şeyi neden denemeyelim? Carrie tül etekle New York sokaklarında yürürken Samantha sarı takım elbisesiyle toplantılara giriyor. Charlotte inci kolyesi ve saç bandıyla sanat galerisi yönetirken Miranda kravat ve ceketiyle hukuk bürosunda varlığını kanıtlamak için çalışıyor. Her bir karakterin stili kendilerine özel ve bu nedenle kendileri dışında başka bir karaktere yakışmaz. Bizim içinde aynı şey geçerli. Kendi tarzımızı yansıtan ilhamlar alarak stilimizi kendi bakış açımız ile geliştirmeliyiz.
Biz kendi hayatlarımızın ana karakteri olarak, modayı bir iletişim aracı konumunda kullanıyoruz. Duygularımızı, düşüncelerimizi, sevgimizi hatta nefretimizi bile moda yoluyla ifade edebiliriz. Her birimizin bilinçli olarak bir aidiyet stili var. Modayla olan ilişkimiz de bazen karışık bir hal alabilir, tam o noktada bize Sex and the City ilham oluyor. Carrie, Samantha, Miranda ve Charlotte gibi biz de kendimizi olduğumuz gibi yansıtan tarzımızla işe, okula, partiye, toplantıya ve istediğimiz her yere gitmeye hazırız.