Samantha Jones Bir Harika!
“Geçmişte olanlar geçmişte kaldı, bırak orada dursunlar.” Sex and the City’nin ikonik karakterlerinden Samantha Jones, Carrie’ye böyle akıl verse de biz onu geçmişte bırakamıyoruz.
Herkesin, her zaman kendinden bir parça bulabileceği kadınlar: Başına buyruk moda ikonu Carrie, keskin yargıları ve gerçekçiliğiyle Miranda, romantik Charlotte ve sınır tanımayan Samantha Jones... Karakterler, dizinin yayınlanmasının üzerinden yıllar geçmesine karşın birçoğumuzun hayatında güncelliğini koruyor. En azından benim çevremde böyle. Eminim siz de kız arkadaşlarınızla birbirinizi Sex and the City kadınlarına benzetip rolleri dağıtmışsınızdır. Ben de şimdi üzerime düşen rolü üstleniyor ve Samantha’lığa soyunuyorum.
Peki biz yıllar sonra nasıl Samanthalarız?
SATC’nin ilk bölümlerinden itibaren Samantha, özellikle cinselliğe olan fazlasıyla açık ve dobra yaklaşımı, bağımsız ruhu ve kendine güveniyle dikkatimizi çekiyor. Bize hayatın ve onun bir parçası olan cinselliğin, açıkça keşfedilmesi gereken bir yolculuk olduğunu gösteriyor. Cinselliğin ne utanılacak ne de saklanılacak bir yanı olmadığını özgür ve cesur tavrıyla vurgularken tüm deneyimleri zevkle kucaklıyor.
Samantha, cinselliği deneyimleme biçiminin ötesinde birçok yönüyle akıllara kazınan bir kadın. Çok yönlü karakterinden ve derin kişiliğinden öğreneceğimiz çok şey var. Gerçek bir dost ve belki de temelde iyi bir insan olmak. Onun açık fikirliliği, olgunluğu ve eğlenceli tavrıyla söylediği mantıklı sözleri dostları için her daim harika bir hava yastığı olmuştur.
Samantha, hayatta belki de en ihtiyaç duyduğumuz özelliklerden birine sahip: Yargısız bir bakış. Bu bakışı kendisine olduğu kadar başkalarına da gösterebilen biri. Bunu en net görebileceğimiz yer Carrie’nin kendisinin de bir ilişkisi varken, evli olan Mr. Big’le yaşadığı yasak ilişki. Carrie, Big’le yaşadığı ve kafasında bir yere oturtamadığı bu ilişkide kaybolmuşken Samantha onu ne yargılar ne de ona ahlak dersi vermeye kalkar. Bu onun tarzı değil! Aksine Carrie’yi dinler ve yanında olur. Böylesi bir yaklaşım sayesinde hem kendimizle hem de çevremizdekilerle daha derin ve rahat bağlar kurabiliriz. Sonuçta, eminim ki sizin de hayatınızda Carrie gibi akıllanmayan bir dostunuz vardır.
Samantha dostlukta, sekste ve karakterinde güçlü olduğu kadar kariyerinde de güçlü bir kadın. Kendi PR ajansını kurmuş olan Samantha, işinde gayet başarılı ve güçlü bağlantılara sahip. Tüm bunlara rağmen iş hayatındaki cinsiyet eşitsizliği onun da karşılaştığı bir sorun. Otel zincirlerinin başarılı patronu Richard Wright ile yaptığı bir iş görüşmesinde kadın olduğu için “duygusal” olmak yargısıyla karşılaşıyor ve yüzümüze doğrudan söylenmeyen süslü bahanelerin arkasına saklanmış sözlere tepkisini gösteriyor.
“…Ne sanıyor? Regl olup imparatorluğunu mu yıkacağım?”
Bölümün ilerleyen dakikalarında Richard’la tekrar bir görüşme gerçekleştiren Samantha, iş için en uygun kişi olduğunu duyup gerekli övgüleri aldıktan sonra bu sefer de özel hayatı önüne engel olarak koyuluyor. Ben bu sahnede Richard’a büyük sinirle dolmuşken Samantha onun suratına en güzelini çarpıyor: “Erkek olsaydım elimi sıkar, bir viski ısmarlar ve sonra bana ofisin anahtarını verirdin. Böyle yenilikçi vizyona sahip bir erkeğin bu kadar dar görüşlü olabilmesi inanılmaz.”
Samantha’nın tüm bunları haklı bir sinir ve güçlü bir duruşla göğüsleyen halini izlerken hayran kalmamak elde değil. Kendini asansöre atmasıyla ağlamaya başlaması ise içimde buruk bir his bıraktı.
Sex and the City yıllar önce sona ermiş olsa da dizinin ele aldığı konular, karakterleriyle temsil ettiği değerler, bize gösterdiği gerçekler günümüzde hala yankılanıyor. Bize kadınlığın her detayını yaşayarak gösteren Samantha Jones’un da rehberliğini bırakıyor. Samantha, çekici, güzel ve eğlenceli olmanın yanı sıra güçlü, bağımsız ve düşündürücü bir kadın figürü. Tüm hayat tarzıyla bu “fabulous” kadın bizlere ilham olmaya devam ediyor. Onun izlerini görüp kendi yolculuğunuzda ilerlerken Sam’in öğrettiği gibi tek rehberin ve kriterin kendiniz olduğunu unutmayın.