Babygirl: Feminist Bir Manifesto mu, Yoksa Kadın Bedeni Üzerinden Satılan Bir Fantezi mi?

Sinemanın "aldatan kadını" Nicole Kidman'dan yine ekranlara damga vuran, kışkırtıcı bir film: Babygirl. 
babygirl.jpeg
Babygirl, IMDb

Halina Reijn’ın senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği bu yapım, gücün, arzunun ve iktidarın kimde, nasıl ve hangi koşullarda hüküm sürdüğünü sorguluyor. Hollywood, feminizmi ana akıma taşımaya çalışırken Babygirl, klişe kadın hikâyelerinin ötesine geçiyor. Bir CEO’nun, kendisinden yaşça küçük bir stajyer karşısında otoritesinin çatırdaması, modern feminizmin ironik bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. 

Peki, bu film gerçekten yeni nesil bir feminist manifesto mu, yoksa feminizm pazarlamasının satılabilir bir oyuncağı mı? 

Sinema tarihinde kadın arzusu çoğunlukla trajik sonlarla veya erkek bakış açısından resmedilir. Seks, güç ve içsel keşif üçgeninde adeta bir pinpon topu gibi gidip gelen Babygirl ise, kadın arzularına CEO koltuğundan bakıyor ve canım dostum, şahsi filozofum Senem Ş.’nin dediği gibi, genç sevgilinin bazen en iyi yatırım olduğunu hatırlatıyor. 🧠✨ 

Watch on YouTube

Eyes Wide Shut ve Babygirl: Kadın Bakış Açısıyla Bir Fantezi

Reijn’ın Babygirl için ilham kaynaklarından biri de Eyes Wide Shut. Ancak burada önemli bir fark var: Reijn, Kubrick'in filminde Tom Cruise'un karakterinin perspektifine odaklanıldığını ve Nicole Kidman'ın canlandırdığı Alice'in deneyimlerinin arka planda kaldığını ifade ediyor. Babygirl, bu eksikliği tamamlayarak, Alice'in fantezisini gerçekleştirdiği bir senaryoyu kadın bakış açısıyla sunuyor.

1999’da Kidman, kocasının maskeli fanteziler peşinde dolandığını öğrenip içten içe gülümseyen Alice’ti. 2024’te ise artık o maskeyi takmıyor, doğrudan oyunun kurallarını belirliyor. Eyes Wide Shut’ta aldatma, bilinçaltındaki arzuların eyleme dökülmeden yarattığı bir huzursuzluk haliydi. Karısının ona anlatmaktan zevk aldığı bir hayali aldatma senaryosu yüzünden krize giren Tom Cruise'un karakteri, "Fidelio!" deyip maskesini takarak soluğu aşırı cringe bir malikane orgy’sinde alıyordu. 

Babygirl’de ise arzuyu, ihanetin ihtimali değil, ta kendisi yaratıyor.

Romy: Kusursuzluk Maskesini Yırtan Kadın

Film, Manhattan'da bir robotik şirketinin CEO'su olan Romy Mathis (Nicole Kidman) ve eşi Jacob’ın (Antonio Banderas) sevişme sahnesiyle açılıyor. Romy’nin sahte bir orgazmın hemen ardından odasına çekilip porno izleyerek mastürbasyon yapması, bizlere onun gerçek benliğini yansıtıyor: Ablamız o kadar CEO ki, kendi zevkini de KPI listesine ekleyip optimize etmek zorunda hissediyor.

Sonrasında karakter serimimiz “iyi eş, iyi iş insanı, iyi anne” şablonuyla devam ediyor. Ancak bu “kusursuz” şablonun ardında sıkışmış, orgazm eksikliğiyle boğuşan ve pasif kocasının gölgesinde ezilen modern bir kadın yatıyor. 

İhanetin İlk Kıvılcımı: Bay Irz Düşmanı

Gelelim ihanet kapısını aralayan, nam-ı diğer ırz düşmanı boy toy’umuz Samuel’a (Harris Dickinson)…

Romy, Samuel’i ilk kez New York sokaklarında, hırçınlaşan bir köpeği sakinleştirirken görüyor. Bay Irz Düşmanı, köpeği "Good girl" diyerek adeta şefkatle hipnotize ediyor. İşte, filmin ilk metaforu tam da burada karşımıza çıkıyor: Romy’nin bilinçaltını tetikleyen bu an, kelimenin tam anlamıyla ağzını sulandırıyor.

Bu sahne, sadece stajyerin hayvanlara karşı sevecenliğini değil, aynı zamanda sorun çözme becerisini ve sakinleştirici etkisini de vurguluyor. Yönetmen, bu basit ama etkili sahneyle, stajyerin "alışılmadık yetkinlik" analojisini daha ilk dakikalardan seyirciye sunuyor. Romy’nin bu sahneye tanık olması, onun için bir dönüm noktası oluyor çünkü o güne kadar iktidarı sadece pozisyon ve finansal güçle ölçen Romy, farklı bir otorite biçimiyle karşılaşıyor.

Azgınlıkla ofise doğru yol alan Romy, zihni hala o mütevazı ama etkili otoritenin cazibesiyle doluyken, bir sürprizle daha karşılaşıyor. Ofise adımını atar atmaz, o “Köpeklere Fısıldayan Adam"ın, aslında kendi şirketinde stajyer olarak görev yaptığını öğreniyor. Bu beklenmedik karşılaşma, Romy için adeta ikinci bir yıldırım etkisi yaratıyor. (Yönetmenin klişe twistler konusundaki rahatlığına saygılarımızla…)

Bundan sonra işler hız kazanıyor. Z kuşağının pervasız dominator’ı, pervasız bir tavırla Romy’ye yanaşıyor. Genç stajyerini tek hareketiyle bitirebileceğini bilmenin verdiği güçle, Romy kendini tuhaf bir şekilde bu ilişkiye kaptırırken buluyor. Samuel ise oyunu başlatmak için ona “babygirl” diye hitap ederek güç dinamiklerini ters yüz ediyor. Ama burada gördüğümüz şey, sert sınırları olan bir dominasyon değil. Düşük bütçeli bir Christian Grey vakasıyla karşı karşıyayız: Asıl aşağılanma hissi, buluştukları ucuz otellerin köhne atmosferinden geliyor.

Klasik 90’lar erotic thriller hamlelerinden biri olan “gizli sevgilinin kahramanın aile evine ansızın dalması” da hikâyeye dahil oluyor – ama bu kez cinselliğin değil, daha çok dramatik gerilimin bir parçası olarak. Film, büyük bir patlama yapmadan akıp gidiyor. Romy’nin iş, aile ve geçmişiyle ilgili bilgimiz varken, Samuel neredeyse tam anlamıyla bir boşluk gibi resmediliyor – gerçek bir boytoy portresi.

Kadın Dayanışmasının Çöküşü

Film, yalnızca Romy’nin arzuları ve iktidar dinamikleriyle değil, kadınların birbirine karşı uyguladığı baskılarla da ilgileniyor. Romy, bir yandan meymenetsiz kızı tarafından age shame ve body shame edilirken, diğer yandan asistanı Esme tarafından ilişkisini açığa çıkarmakla tehdit ediliyor.

Kadın dayanışması? İşte tam bu noktada Halina Reijn, kadınların yalnızca toplumdan değil, birbirlerinden de nasıl yara aldığını gösteriyor. Esme’nin, Romy’nin zaafını kullanarak güç kartına çevirmesi, kadınlar arasındaki iktidar savaşlarını gözler önüne seriyor.

Who Is Your Daddy?

Sonra… Romy ve Samuel’in Jacob tarafından basılma sahnesi. Ve evet, dürüst olacağım: Bu sahne beni tahrik etti. İki erkeğin bir kadın için kavga etmesi her zaman en ilkel içgüdülerimi tetikler. Ama en çok ne ilgimi çekti biliyor musunuz? Romy’ye emirler yağdıran, ona yere koyduğu tabaktan süt içiren Samuel, Jacob’ın yumrukları karşısında pasif kalıyor. Hani nerede bizim dominator bey? İşte fanteziyi gerçeklikten ayıran sahne de bu bence, güç dengeleri gayet açık bir şekilde burada belli oluyor.

Jacob önce beklenen tepkiyi veriyor – Romy’i evden kovuyor, ama sonra? Yıkıcı değil, daha yapıcı bir tavır sergiliyor. Bir noktada “Öfkemi bu şekilde gösteriyorum ama aslında senin ne yaşadığını biliyorum” diyen bir tutumu var. Beni asıl çarpan şey işte bu oldu. Film, burada açıkça “Bütün bunlar sadece bir kaçıştı, gerçeğe dönme vakti” mesajını veriyor.

Bu dönüşüm, Romy’nin kocasıyla ilk defa gerçek anlamda bir orgazm yaşadığı seks sahnesinde zirveye ulaşıyor. İktidarın, aşkın ve arzunun yeniden şekillendiği bu an, güç dinamiklerinin bazen en basit bağlarla çözülmesi gerektiğini gösteriyor.

Ne demişler: “Happy wife, happy life.”

WhatsApp Image 2024-11-05 at 18.36.08 2.jpeg
Asya H. Jones
Seks ve İlişkiler Yazarı
1995 İstanbul doğumlu Asya, Hollanda ve Fransa’da aldığı eğitimlerin ardından Galatasaray Üniversitesi'nde Fransız Dili ve Edebiyatı okudu. Medya, iletişim ve etkinlik sektörlerinde birçok projede kreatif olarak yer aldıktan sonra, senaristliğe EXXEN yapımı Sadece Arkadaşız dizisi ile başladı. Şu an İstanbul’da köpeği Disco ile yaşıyor. Kariyerine yazar, senarist ve PR danışmanı olarak devam ediyor. Kendini “DEHB’sini süper güce dönüştürmüş bir hikaye anlatıcısı” olarak tanımlayan Asya; insanları gözlemleyip hikayelerini anlatmayı, hayatın sürreal ve absürt detaylarına dikkat çekmeyi ve komplo teorilerini (!) seviyor.
Devamını okumak için tıklayın
Haftalık