Telefon Ekranlarımızın Işığı Karanlığı Aydınlatır mı?
Son birkaç gün hepimiz için gerçekten çok zordu. Hem mecazi hem de gerçek anlamda ateş düştüğü yeri yaktı, kavurdu. Sadece sömestr tatili yapmak isteyen ailelerin çocuklarıyla birlikte diri diri yandığına şahit olduk. Sosyal medyada yer alan videolardaki yardım çığlıkları, kurtulanların verdiği röportajlar ve sonu gelmeyen ihmaller silsilesi hepimizin travmalarına yeni bir travma ekledi. Ve yine aynı dilemma ortaya çıktı: Sosyal medyadan tepki göstermek samimiyetsizlik mi yoksa bir gereklilik mi?
Türkiye’de sosyal medya eğlence aracı olmaktan çıkıp adalet sarayına dönmüş durumda.
İşlemeyen ya da yanlış işleyen yargı süreçleri, ancak sosyal medyada gündem olmalarının ardından yeniden ele alınıyor. Özellikle geçtiğimiz aylarda yaşanan şiddet haberleri sonrası sosyal medyanın kamuoyu oluşturma gücü yeniden gündeme gelmişti. Birçok insan sosyal medyanın gücüne inanırken bazıları “Ben influencer değilim ki paylaşımım neyi değiştirecek?” demeye başladı. Bunun üzerine gerçekten düşündüm. Ben de influencer değilim, belirli bir kitlem yok. Her toplumsal olayda story atmak kolaycılık mı yoksa gerçekten kamuoyu oluşmasına sağladığımız bir güç mü? Sosyal medyanın çözüme kavuşturmaya yardımcı olduğu konuları hatırlayınca, kendi adıma yanıtın ikincisi olduğuna karar verdim.
Baklavacı kardeşleri hepimiz hatırlıyoruzdur. İstanbul’da trafiğin ortasında hamile bir kadını ve eşini darp etmişlerdi. Olayın sosyal medyada gündem olmasıyla gelen tepkilerin de etkisiyle bu iki kişi tutuklandı. Hatta karakola getirildikleri sırada bu iki kişiye samimi şekilde selam veren bir polis memuru açığa alındı.
Musa Orhan yine sosyal medyadaki tepkilerin çığ gibi büyümesinin ardından önce tutuklandı sonra da görevinden ihraç edildi. Galata Kulesi’ndeki hiltili restorasyonu hatırlayın. Görüntüler bir şekilde sosyal medyaya düşmese ve infial yaratmasa, o restorasyon durdurulur ve olaya ilişkin inceleme başlatılır mıydı? Surlarda iki kadının öldürüldüğü gün Beyoğlu’nun orta yerinde bir kadına tecavüz girişiminde bulunulmuştu. Olaydan sonra yapılan gözaltıda sosyal medyanın rolü azımsanamaz. Hayvana ve doğaya yapılan kıyımlarda da sosyal medyanın oluşturduğu baskı birçok kez aksiyon alınmasını sağladı.
Hepimiz okyanustaki bir damlayız. Ama o damlalar olmadan okyanus olmak da imkansız.
Sosyal medyanın gücü, sadece haberlere yansıyan adli suçlarla sınırlı kalmıyor. Yakınlarını tren kazalarında, doğal afetlerde yani aslında ihmallerin yarattığı felaketlerde kaybeden acılı ailelerin de sesini bizlere duyurması için güçlü bir aracı oluyor. Kaybettikleri yakınlarının ardından adaleti ararken sosyal medyada etkili bir kamuoyu oluşturabiliyorlar. Tacize, şiddete ve şantaja uğrayanlar da aynı şekilde sosyal medyada seslerini duyuruyor. #Metoo hareketi de aslında böyle başlamıştı. Kadınların ifşa tweetleri sayesinde Hollywood’daki taciz kültürü yüksek sesle konuşulmaya başlanmış, failler ortaya çıkarılıp toplum vicdanı önünde yargılanmıştı. Bu akımın ülkemizdeki yansımasını edebiyat dünyasından ünlü bir yazarın kadınlar tarafından ifşalanmasıyla görmüştük. Hasan Ali Toptaş’ın tacizlerini ifşalayan kadınlar uzun süre gündemden düşmemişti.
Bir de ülkemizde artık gelenek haline gelmiş bir durum var; felaketlerden sonra gelen yayın yasakları. Ulusal kanallarda ve yayın organlarında böylesine büyük bir olay konuşulamayınca ister istemez sosyal medya en büyük haber kaynağı haline geliyor. Felaketin ya da olayın yaşandığı bölgede bulunanların anlattıklarından yola çıkarak olayı kafamızda şekillendirmeye çalışıyoruz. Sosyal medyada doğru ve yanlış bilgilerin hepsi üstümüze yağıyor, bu gürültünün içinde ise bizler aktif medya okur-yazarları olmak zorunda kalıyoruz. Ekranımıza düşen haberleri teyit ederek doğru bilgiye ulaşmaya çalışıyoruz. Doğruya ulaştığımızı düşündüğümüzde de paylaşıyoruz.
Demek istediğim, hepimiz okyanustaki bir damlayız. Ama o damlalar olmadan okyanus olmak da imkansız. Ben tek başıma neyi değiştirebilirim dememeliyiz.
Tabii umarım bir gün biz de sosyal medyayı sadece eğlenmek ve kafa dağıtmak için kullanırız.