The White Lotus 3. Sezon Oyuncuları Anlatıyor: Tayland, Kaos, Maneviyat ve Mike White’ın Zekâsı

Sevgili günlük, iki hafta önce süper ötesi bir şey yaşandı. BluTV, The White Lotus’un HBO tarafından düzenlenen 3. sezon basın buluşmalarına dijital olarak katılmam için beni de davet etti. Üstelik bu sezonun oyuncularıyla birebir röportaj yapma şansı da buldum, gerçekten bakın!
Jason Isaacs, Patrick Schwarzenegger, Natasha Rothwell, Aimee Lou Wood, Carrie Coon ve Leslie Bibb ile konuşurken diziyi, karakterlerini ve serinin yaratıcısı Mike White’ın dünyasını onlardan dinledim. Yazının devamında bu sohbetlerden birkaç anı okuyacaksın, şimdiden söyleyeyim.
Jennifer Coolidge’siz bir sezonu nasıl izleyeceğim konusunda bir miktar endişeli olsam da hayranı olduğum dünyayı herkesten önce görmek “hayranlık müessesem” için küçük ama kariyerim için epey tatlı bir adımdı. Şöyle özetleyeyim: The White Lotus, benim için de sadece bir dizi değil; “Of ya, ben de bir gün böyle bir şey yazar mıyım?” diye içten içe kıskandığım, hayranlıkla dâhil olduğum bir dünya.
Evet, gösterim salonunda değildim ama dijital katılımın da bir büyüsü var şimdi:
kahvem elimde, eşofmanımla çiçekli duvar kağıtlarımın önündeyken oyuncuların bana cevap verdiği anların yaşattığı güç zehirlenmesini kim hafife alabilir ki?

Bu Sezon Kimlerle Tatildeyiz?
Dizinin 3. sezonunda elbette farklı farklı ilişki dinamikleri var ve her biri kaotik
hikâyeler anlatırken ortak bir boşluk duygusunda birleşiyor. Onları tanırken oyuncuların yorumlarını da peri tozu gibi serpiştireceğim araya.
Ratliff Ailesi: Timothy (Jason Isaacs) ve Victoria (Parker Posey) Ratliff, çocukları Saxon (Patrick Schwarzenegger), Piper (Sarah Catherine Hook) ve Lochlan (Sam Nivola) ile “mükemmel” görünen ama içten içe oldukça kırılgan bir aileyi temsil ediyor. Old money’ler mi, bilemem ama hepsi “iyi” üniversitelerden mezun, derhâl öğrendiğimiz şey bu.
Jason Isaacs, Timothy karakteri için şunları söylüyor: “Mike White’ın yazma stiliyle ilgili en önemli şey, hiçbir şeyin kolay kolay bir kalıba yerleştirilememesi. Bu sezonda da hiçbir klişe yok. Timothy’e benzeyen başka kimse yok ve onun yaşadığı ikilem daha önce hiç görmediğimiz bir şey.”

Piper’ın Tayland’da geçireceği anları akademik bir makale konusu hâline getireceği iddiası, aile tatilini adeta bir “sosyolojik vaka çalışmasına” dönüştürüyor diyebiliriz mesela. Bu arada Saxon, otelde Wi-Fi olmadığı haberinden sonra Spotify’sız koşmanın travmasını atlatmaya çalışırken, Lochlan ise hangi kardeşiyle program yapsa diye homurdanarak bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Patrick Schwarzenegger, Saxon karakteri için, “Saxon, Jake Lacy’nin Shane’i ve Theo James’in Cameron’ı ile benzerlikler taşıyor ama aynı zamanda babasının gölgesinde kendini kanıtlama çabasıyla onlardan ayrılıyor,” diyor. Saxon’un hikâyesi, ayrıcalıklı genç erkek karakterler arasındaki ince farkları gösteriyor. Ayrıca Schwarzenegger, Saxon’ın “bambaşka bir canavar” olduğunu da söylemeden geçmedi.

Eskiden Tanışan Arkadaş Grubu: Carrie Coon, Leslie Bibb ve Michelle Monaghan’ın canlandırdığı Laurie, Jaclyn ve Kate, Tayland’a “Hayatımıza kısa bir ara verelim, hem de arkadaşlığımızın keyfini çıkaralım,” diyerek geliyorlar ama bu “ara” bir nevi “hayatlarının muhasebesi”ne dönüşüyor tabii ki. Laurie, eşinden yeni ayrılmış ve beklediği terfiyi alamamış bir avukat; Jaclyn televizyondan tanınan bir oyuncu, hem de kendinden genç biriyle yeni evli; Kate ise Austin, Texas’ta yaşayan bir “tech wife.” Ekibe gel.
Carrie Coon, sohbetimiz esnasında sanıyorum bizi en heyecanlandıracak şeyin formülünü veriyor: Mike White, kadın karakterleri başlangıçta “benzer ve yüzeysel” gibi sunup hikâye ilerledikçe bu kadınların “katmanlı ve karmaşık” yapısını açığa çıkarıyor, böylece bizim bu karakterlerle olan ilişkimiz de zamanla değişiyor.
Leslie Bibb ise kadınların her zaman belirli kalıplara sokulduğunu, seyircinin bu kalıplarla karakterleri hemen tanımlamaya çalıştığını ama White’ın bunu bozarak izleyiciyi şaşırttığını söylüyor. Bu, bence dizinin en heyecan verici unsurlardan biri. Bibb, hayat verdiği Kate’in mükemmeliyet arayışı ve arkadaşlarının onu nasıl gördüğüne verdiği önemle aslında kırılganlığını ortaya koyduğunu, dizinin karakterlerdeki bu katmanlı yapıyı muazzam bir şekilde işlediğini de ekliyor.
Kısacası bu beraber büyümüş ama sonra hayatları başka yollara girmiş arkadaş grubu, bize “Acaba en yakın arkadaşlarımla tatil planı yapmasam mı?” dedirtecek kadar gerçekçi.

Rick ve Chelsea: Rick (Walton Goggins) ve Chelsea (Aimee Lou Wood), “yaş farkı olan çiftler” konusundaki her klişeyi üstlenmiş ama tam da bu yüzden komik bir ikili. Aimee Lou Wood, Mike White’ın Chelsea karakterini kendisinde bulduğunu, önceki işlerini izlemeden sadece bu rol için seçtiğini ve Chelsea’nin tatilde neden bulunduğunu bilmemesinin, kendi setteki deneyimiyle de örtüştüğünü söylüyor.
Bana sorarsanız, oyuncunun hem karakterle hem de Mike White’ın dünyasıyla ne kadar organik bir bağ kurduğunu gösterdiğini buradan görebiliyoruz. Rick, Tayland’daki manevi ritüellere “Bu neymiş bakalım?” diye mesafeli yaklaşırken, Chelsea ise “Ya Rick, bir meditasyon yapsana” etrafta dolaşıyor. İlişkilerinin derinliği her an sorgulanırken, onların bu sorgulamadan ne kadar kaçtığını izlemek ayrı bir keyif. Tabii, kimin neden orada olduğunu da zamanla göreceğiz, orası da ayrı.

Kendini Bulma Yolculuğu (ya da Spotify’sız Koşmaya Çalışan Bir Zengin Çocuğun Kabusu)
Şaşıran olmayacak ama söyleyeyim: Mike White, bu sezon Tayland’ı egzotik bir fon olarak kullanmaktan çok, Batılı turistlerin “kendini bulma” yolculuğunu yine ince bir alayla ele alıyor. Eğer kişi o amaçla gelmemişse bile, biliyoruz ki ona sürüklenecek zaten. Sezonun her zamanki gibi en güzel yanı, bu alayı fosforlu kalemle çizmeden, küçük anlara saklamış olması.
Mesela Patrick Schwarzenegger’in canlandırdığı Saxon karakteri, otelin ortak alanlarında telefon kullanımının yasak olduğunu öğrendiğinde, “Nasıl yani, spor yaparken müzik dinleyemeyecek miyim?” diye isyan ediyor. İşte, Batı’nın “her an bağlı kalma” takıntısı ve Doğu’nun “anı yaşama” vurgusu arasındaki çatışma tam da bu gibi sahnelerde, neye güleceğimizi bize söylemeden kendini gösteriyor.
Chelsea’nin Rick’i bir wellness merkezinde “kendini bırakma”ya ikna etmeye
çalışırken, “Bir yüz bakımı yaptırmalısın, kesin iyi gelir” demesi ise, wellness
endüstrisinin Batılılar için bir ruhsal arınmadan çok, pahalı bir cilt bakım rutini
olduğuna dair bir gönderme değil mi yani? Mike White, burada parmak sallamadan ama her zaman “Biliyorum ve siz de biliyorsunuz,” diyerek bizimle bir ortaklık kuruyor.

Unutmadan: Tanıdığımız Biri Döndü
Natasha Rothwell’in canlandırdığı Belinda ise bu sezonun gizli yıldızlarından biri. İlk sezonda sistemin çarkları arasında sıkışıp kalmış bir karakter olarak izlediğimiz Belinda, bu sezon Tayland’a White Lotus’un küresel değişim programının bir parçası olarak geliyor. Jennifer Coolidge’in Tanya’sından finansal destek sözü alıp asla geri dönüş alamayan Belinda, bu sezon da izleyiciye dizinin vicdanlı ve samimi tarafını hatırlatıyor diyebilirim.
Rothwell, karakterin bu sezon kendine zaman ayırarak duygusal emeğini geri
kazanma çabası ve başkalarına verdiği kadar kendine de vermeyi öğrenmesi üzerine, “Belinda, bu sezon kendi zamanını geri kazanıyor.” diyor. “Kendini beslemenin, başkalarına hizmet etmekten fazlası olduğunu öğreniyor.” Ayrıca, diğer sezonların hayranları bilir ki bu geri dönüşün kesin derin bir karşılığı da vardır!

O Sallanan Parmağı Kendimize de Döndürelim
The White Lotus 3. sezonu, Tayland’ın manevi derinliğini ve Batılı turistlerin yüzeysel bakışını çarpıştırırken, hiçbir zaman parmak sallamıyor ama insan yine de o parmağı da, parmağı sallayanın da farkında. Ve bir şekilde, o parmağı kendimize çevirmeyi de unutmuyoruz.
Dediğim gibi, Jennifer Coolidge bu sezon yok ama onun hem ikonik hem kaotik enerjisi, sahnelerin arasında hâlâ dolaşıyor gibi. Benim için bu sezon, hem sevdiğim bir diziyi önceden izleyebilmenin heyecanıyla doldu, hem de Mike White’ın mizahına bir kez daha hayran kaldım.
Uzun lafın kısası, Tayland’da bir wellness merkezinde dijital detoksa zorlanan bir zengin çocuğu “Spotify’sız koşmak mı?” diye isyan ediyorsa, bilin ki orada Mike White’ın silüetinin belirmesine az kalmıştır. Bu arada, The White Lotus 3. sezonuna dair daha fazla detay, röportajlardan en “juicy” anlar ve oyuncuların perde arkasındaki hikâyeleri için Cosmopolitan Türkiye’nin Mart sayısını
kaçırmayın!