Mutluluğun Ne Olduğunu Unuttuk mu?

Çocukken mutluluk daha saf, daha kolaydı. Oyun oynarken, sevdiğimiz bir çizgi filmi izlerken ya da sadece bir çikolata yerken hissedilen o sevinç… Sanki kalbimizde kocaman bir yer sadece neşeye ayrılmıştı. Oysa büyüdükçe mutluluk bir dizi koşula bağlanmaya başladı. Artık yalnızca bir şeyin içinde olduğumuz için değil, bir şeyi başardığımızda, elde ettiğimizde ya da onaylandığımızda mutlu oluyoruz. Ama belki de büyüdükçe mutluluğun çok daha yakın bir yerlerde olduğunu unuttuk. Çünkü anda kalmayı unuttuk.
Çocukken, yalnızca o anın içinde var olduğumuz için mutluyduk. Şimdi ise sürekli bir sonraki adıma odaklanıyoruz. Zihinlerimizde hiç kapanmayan sekmeler var; yapılacaklar listeleri bitmiyor. Ama belki de hayatın her anını, çocuksu bir neşeyle kucaklamak, hepimizin içinde unutulmuş bir mutluluğu yeniden uyandırabilir. Çünkü bazen, en küçük anlar büyük mutluluklara dönüşebilir.
Zaman Neden Eskisi Gibi Akmıyor?
Zaman da çocukken farklı akıyordu. Geçmek bilmiyordu. Bir an önce büyümek istiyorduk. Çünkü büyümenin özgürlük olduğunu sanıyorduk. Oysa şimdi zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Kendimize vakit ayıramıyor, kendimizle bağ kuramıyoruz. Ama çocukken… Günün en güzel anı, bir portakallı kek kokusuyla mutfağa koşmak olabilirdi. Ve belki de hatırlamamız gereken şey, zamanın hızla akmasını engellemek değil, zamanın içindeki güzellikleri fark etmeyi öğrenmektir. Çünkü mutluluğun zamanı yoktur, her anı bir fırsata dönüştürebiliriz.
Şu an hem çalışan hem okuyan hem de staj yapan biri olarak kendime ne zaman vakit ayıracağımı, ne zaman bir şeyleri sevmeye zamanım olacağını bilmiyorum. Çocukken annem sık sık iş seyahatlerine giderdi ve çok çalışırdı. Bende onunla daha çok zaman geçirmek isterdim. Ona sık sık notlar bırakırdım. O notlardan biri: “Sevgili annecim, seni çok seviyorum. Ne zaman dışarıya çıkçaz ve çok eylenicez. Biyere gidip bi çay yeri bulucaz. Hı hadi ne zaman çok eylenicez.” Şimdi annemi çok daha iyi anlıyorum. Çünkü zamanı yoktu. O zamanlar sadece annemle dışarı çıkmak, birlikte bir çay içmek bile sonsuz bir neşe kaynağıydı. O eğlenceyi şimdi de yaratabiliriz.
Nerde Bıraktım Kalbimi Acaba?
Çocukken herkesi severek, %100 de başlardım tanışmalara. Kalbim açıktı, sevgim sınırsızdı. Ama şimdi önce mesafeyi koyuyoruz, sonra belki hak ederlerse bir parça sevgimizi veriyoruz. Ama belki de sevgi, her şeyin başladığı yer. Bunu hatırladığımızda, her şey yeniden şekillenecek. Babamdan öğrendim insanları sevmeyi. O, yolda karşılaştığı herkesle bir bağ kurabilen, tanımadığı insanlara içtenlikle yaklaşabilen biriydi. Herkesin hayat hikayesini merak ederdi. Belki de, bir gülümseme, bir “Merhaba” demek her şeyin yeniden başlaması için yeterlidir. Sevgi her zaman orada, sadece ulaşılmayı bekliyor.
Belki de bu kadar karmaşaya rağmen, sevdiğimiz şeyleri yapmanın yollarını bulmak, hayatı yeniden keşfetmek için bir fırsattır. Çocukken en büyük eğlence etrafta bulduğumuz şeylerden oyuncaklar uydurmaktı. Mesele oyuncak değildi, oyunculuğumuzu, yaratıcılığımızı özgürce yaşayabilmekti. Şimdi de yalnızca küçük bir hayal gücüyle, dünyayı değiştirebiliriz.
Sevmek ise en çok ertelediğimiz şey. Belki de önce kendimizi sevemediğimiz için hiçbir şeyi layığıyla sevemiyoruz. Kendimizle baş başa kalacak vaktimiz yok ki… Ama belki de sadece birkaç dakika, kendimize odaklanmak, yeniden sevmek için yeterli olacaktır. Çünkü sevgi, ancak içten taşarsa anlamlı. Ve çocukken o iç, sevgiyle dopdoluydu. Şimdi, o sevgiyi bir kez daha bulabiliriz, yeniden saf ve sınırsız bir şekilde.
Sevgiyi Korumak Bir Direniş Mi? Evet. Ama Değer.
O kadar çok kötü şey yaşıyor ve görüyoruz ki… İnsanlara sevgiyle yaklaşmak bir zayıflık gibi algılanıyor artık. Kadınlara, çocuklara, hayvanlara, doğaya karşı her yerde şiddet, nefret, öfke… Ama belki de çözüm, çocukluğumuzda gizli. O zamanlar her şeye daha çok inanır, daha çok bağlanırdık. Çünkü yüreklerimiz daha hafifti, saftı. Mutluluğu satın almazdık, mutluluğu yaşardık. Sevgiye koşulsuz inanırdık. Şimdi ise tüm bu karmaşanın içinde, belki de asıl meselemiz hep aynı: Sevgiye zaman ayırmak. Tıpkı o küçük notta yazdığım gibi: “Hı haydi, ne zaman çok eğleneceğiz?” Şimdi. Belki de mutluluk, hâlâ oralarda bir yerlerde, sadece onu görmek için gözlerimizi açmalıyız.