Bir Nefes Hindistan

Bazen insanın nefes almaya ihtiyacı olur. Öyle sıradan bir nefes değil… Derin, içini ferahlatan, seni içine sıkıştığın o görünmez duvarlardan çıkaran bir nefes.
image3.jpeg

Zor bir dönemden geçiyorduk ülke olarak, biraz uzaklaşmak, biraz nefes almak isteğiyle Ocak 2025 başında Hindistan’a gitmeye karar verdim. Çok yakın bir arkadaşım Hindistan’a dönmüş, ülkesini baştan başa arabayla geziyordu. Onu arayıp, “Ben yanına geliyorum,” dedim. “Ne zaman?” diye sordu. Şöyle bir göz gezdirdim takvime, “Şubat başında.” dedim. “Ne kadar kalırsın?” dedi. “Bir hafta.” “On gün gel.” Tamam.

Hiç tereddüt etmeden biletimi aldım.

Kaosun İçindeki Düzen

image5.jpeg

Hindistan’a adım attığım an, kaotik bir düzenin içine düştüm. Trafik, korna sesleri, toz, karmaşa, pislik, off çok pis… Ama bu kaosun içinde görünmeyen bir akış, o an anlamlandıramadığım bir huzur vardı. Bizim seyahat planımız belli olmuştu: Dünyanın en büyük spiritüel festivali Kumbh Mela’ya katılacaktık. Hindu geleneğinde kutsal kabul edilen üç nehrin birleştiği noktada düzenlenen, insanların ritüellerle karmalarını temizlediği, ruhlarını yenilediği mistik bir festival olan Kumbh Mela, normalde 12 yılda bir düzenleniyordu. Ama bu yılki sıradan bir Kumbh Mela da değildi—Gezegen hizalanmalarıyla belirlenen 144 yılda bir gerçekleşen Maha Kumbh Mela’ydı. Daha ne kadar şanslı olabilirdim! Hindistan‘ın en büyük guruları festival alanında kamp kuruyor ve onlarla birlikte meditasyon ve çeşitli ritüellere katılınabiliyordu. Sadhu olarak bilinen ve toplumdan uzakta, dağlarda yaşayan, dünyevi bağlarını terk edip ruhsal aydınlanmaya ulaşmayı amaçlayan kişiler de bu festivale katılıyorlardı.

Heyecanlıydım. Arkadaşım ve ailesiyle birlikte seyahat edecektik. İstanbul’dan Mumbai’ye, Mumbai’den neredeyse yakalamam imkansız gibi görünen iç hatlar uçuşunu yakalayarak Nagpur’a uçtum ve onlarla buluştum. İlk gün toplanma ve kuzen ziyaretleri ile geçti. Benim için bulunmaz bir nimetti! Adeta Hintli gerçek bir yaşamın içine dalmıştım. Sadece turist gibi değil, onların evinde, sofralarında, geleneklerinde… tüm seyahatim boyunca onlarla o kadar uzun vakit geçirdim ki, bu kültürü içten içe anlamaya başladım. Ama bunu birazdan anlatacağım. Şimdi kronolojik sırayla ilerleyeyim.

Ertesi gün Kumbh Mela için yola çıktık ve dört saat sonra kendimizi hiç ilerlemeyen bir trafikte bulduk. Bizimle birlikte yaklaşık 500 milyon kişi de yola çıkmıştı! Arkadaşım arabadan inip yetkililerle konuştu. Döndüğünde, “Gitmiyoruz,” dedi ve anında yön değiştirip karşı şeride geçti. Ağzım açık kalakaldım. O kadar çok istiyordum ki gitmek... Bu kadar çabuk mu vazgeçecektik?

Ve işte Hindistan’da en hızlı öğrenilen ders: planlarla yaşanmıyordu! 

Plan yapamazsın, beklentiye giremezsin. Yol kolay akıyorsa devam, yoksa zorlama da yok. Ama bize böyle öğretmediler! Tamam spiritüel öğretilerde var, akışına bırak, kabul et falan da... 144 yıldan bu kadar hızlı mı vazgeçeceğiz? Öyle de oldu, bir dakikada vazgeçildi.

Ve işte böylece, Kumbh Mela yerine Hindistan’ın bilinmez yollarına doğru başka bir seyahate doğru yola çıktık. Başka kutsal nehir sularına girip yıkandık (Narmada nehri), UNESCO tarafından korunan en eski Tantrik tapınaklarını gezdik (Khajuraho Tapınakları), Kuzey Hindistan’da yani gördüğüm kadarıyla gerçek Hindistan’da büyüleyici bir yolculuğa çıktık. Burada parantez açıp neden büyüleyici olduğunu anlatmak istiyorum.

Seyahat etmek benim için hiçbir zaman turistik bir aktivite olmadı. O topraklarda yaşayan insanları anlamak, onların dünyasına adım atmak, onlar gibi yiyip içmek beni heyecanlandırdı. Günlük ritüelleri, inançları, yaşam şekilleri… Her yolculuk, bir başka dünyanın kapılarını aralıyor. Müze gezmek, tapınakları ziyaret etmek, yerel lezzetleri tatmak elbette işin bir parçası. Ama benim asıl ilgimi çeken şey, o kültürün düşünme biçimleri, tepkileri, hatta bazen tepkisizlikleri… İşte bu yüzden seyahat etmek yalnızca bir tatil değil, kendi dünyamdan çıkıp başka yaşamlara dokunmanın, kendimi tekrar yaratmanın yolu. Keşfetmenin verdiği heyecan dolu bir macera! 

Kabulün Gerçek Anlamını Öğrenmek

image2.jpeg

Beş gün boyunca Hintli bir aile ile yaşayınca aramızdaki en büyük farkın ‘kabul’ü hayatlarımızda yaşayış şeklimizde olduğunu gördüm. Bizler yani daha batıdakiler, her şeye tepki vermek üzere yetiştirildik. Haksızlık gördüğümüzde sesimizi yükseltmek, sıraya biri kaynadığında itiraz etmek, hakkımızı aramak... Bir de hep “daha fazlasını” istemek…

Oysa Hindistan’da insanlar böyle yaşamıyor. Onlar gerçekten kabul ediyor, gerçekten tepki vermiyor. Onlar için olan, sadece olan... Gerçek kabul, kabul etmeye çalıştığın bir şey değil, ‘çalışma’, ‘çaba’ hiç değil, zaten içine doğduğun bir şey. 

Adeta ‘daha’ kelimesi lügatlarında yokmuş gibi yaşıyorlar. Mutlular, çünkü daha fazlasına sahip olma baskısıyla büyümemişler. Daha fazlasını istemek, daha fazla şeye sahip olmayı hedeflemek onların zihniyetinde yok. Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin lideri Gandhi’nin ünlü sözü belki de bu yüzden onlarda hala yaşıyor:

“Mutluluğun sırrı, sahip olduklarını sevmekte yatar.”

Hindistan’da geçen günler boyunca, şunu da farkettim. Batı insanı, modernleşmeyle birlikte yalnızlaşırken, Hindistan hâlâ birlik içinde olmanın huzurunu yaşıyor.

Hindistan’da komünite bağları hala çok güçlü. Aileler bir arada, kuzenler, akrabalar, komşular her an bir topluluğun içinde. Özellikle Covid-19 ile daha da yalnızlaştığını farkeden Batı’nın, hızla artan ‘komüniteler’ kurma çabasını düşündüğümde, Hintlilerin bu kültürü devam ettirebilmiş olduklarını fark ettim.

Ve eklemeden geçemeyeceğim. Hintli kadınlar… Tarlada çalışırken, motosiklet kullanırken, günlük hayatın en sıradan anlarında bile, üzerlerinde muhteşem canlı renkleriyle süzülen, bel dekolteli sari isimli günlük elbiseleriyle adeta bağırıyorlar; ‘tüm iyi yaşam şartlarını bizden alabilirsiniz ama renklerimizi asla!’ Tüm o griliğin içinde adeta kanatlarını açmış bir tavus kuşu gibi bütün doğaya, yaşama ve zamana inat renkleriyle Hindistan’a ışık saçıyorlar!

Goa’da Deniz Tatiline Çıkmış Gibi Oldum

Beş gün boyunca arkadaşım ve ailesiyle kuzey Hindistan‘ı dolaştıktan sonra güney Hindistan‘ı görmeye karar verdim ve Goa’ya indim. Hemen söyleyeyim kuzeyden sonra Goa’da deniz tatiline çıkmış gibi oldum. Uzun süredir Goa‘ya gidip gelen bir arkadaşımla denk geldik ve onun sayesinde çeşitli yoga pratiklerine, ekstatik danslara katıldım. Kumbh Mela’dan olayın böyle bir yaz tatiline dönüşmesini bir süre sorguladıysam da daha sonra şuna karar verdim. Bu seyahat bana kabulü anlatıyorsa ve akışında olaylar bu şekilde geliştiyse ve keyfim de gayet yerindeyse tamam kabul, daha da sorgulamayayım. 

image1.jpeg

Kadim Öğretiler Aslında Bildiğimiz Gibi Değil

Yine de şunu söylemeden edemeyeceğim: Kuzeyde ya da güneyde, gerek yoga pratikleri, nefes teknikleri, Tantra tapınaklarında edindiğim bilgiler, gerekse orada tanıştığım rahibin bana baktığı astroloji sayesinde şunu çok net anladım.

Kadim öğretilerin hiçbiri aslında bizim bildiğimiz gibi değil. Bizim Batı’da yaptığımız yoga, adeta egzersizler bütünü. Batı’nın bildiği Tantra, yalnızca bir fısıltı. Batılı gidip kadim bilgilerin içinden cımbızla birkaç bir şey çekmiş, onları da dilleri döndüğü kadarıyla gelip bize anlatıp benimsetmişler. Gerçek bilgi, kadim olanın içinde saklı. Ve ben, o bilgiyi hissettiğim her an, daha da meraklanıyorum.

Yolumun kesiştiği bir rahibin aynı zamanda astrolog olduğunu öğrenince heyecanlandım ve haritama bakmasını istedim. Bana yalnızca üç mantra verdi; her sabah, onun belirttiği titreşimde 21 kez tekrar ederek ana gezegenlerimi güçlendirebileceğimi ve olumsuz etkilerden korunabileceğimi anlattı. Hintli arkadaşım belki de Hindistan’a sadece bu an için geldiğimi söylediği an artık emin oldum. Ben kesinlikle başka bir gezegene inmiştim! Bu kadar farklılık ne kadar anlatılsa da yaşanmadan bence gerçekten anlaşılması çok zor.

image4.jpeg

Hindistan, araştırılacak ve keşfedilecek sınırsız bilgiyle dolu. Döndüğümden beri farklı podcast’ler dinliyor, kitaplar okuyorum. Bu kültür inanılmaz derecede derin ve çekici. En etkileyici yanı ise köklerini unutmadan kültürlerini nesiller boyu yaşatmaları.

Bu seyahat umuyorum bundan sonra Hindistan’a yapacağım birçok yolculuğun ilki oldu. Bu yolculuktan bana kalanlar ise;

-Hayat her zaman planladığın gibi akmayabilir.

-Her zaman bildiğin yoldan yürümeyebilir. 

-Bazen biri sıranı alır, bazen yol kapanır, bazen her şey ters gider.

Ama belki de asıl mesele bunlarla savaşmak değil, onlarla dans etmektir.

zeren-kusku.jpeg
Zeren Küskü
Yazar
Zeren Küskü, İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu, eski bir kurumsal avukat. Ama hayat onun için bambaşka bir yol çizdi: meditasyon, bilinçaltı temizliği, reiki derken kendini bir anda değişim dönüşümün tam ortasında buldu. Şu anda Amerikan Hastanesi’nde yönetici olarak çalışıyor, bir yandan da büyük keyifle medikal pilates dersleri veriyor. Yeni kültürler keşfetmek, hayata merakla yaklaşmak, öğrenci ruhunu korumak onun yaşam biçimi. “Bana iyi gelen her şeyi başkalarıyla paylaşmak artık en büyük keyfim,” diyor.
Devamını okumak için tıklayın
Haftalık