İlk Defa Tek Başıma Tiflis’e Gittim

Tek başıma bir yere gitme fikri uzun zamandır kafamdaydı ama nereye gideceğime bir türlü karar verememiştim. Hem de vizesiz gidebileceğim ülkeler arasında arasında hem modern hem de tarihi yerler keşfedeceğim ve biraz da farklı bir yer olsun istiyordum. Sonra karşıma Tiflis çıktı. Hem yakın hem ekonomik hem de tam istediğim seçenekleri sunuyor olmasıyla planımı yapmaya başladım. Gittim, üç gün kaldım ve açıkçası beklediğimden çok daha fazla sevdim. Yemekler, sokaklar, insanlar, kahveciler derken şehirle baya iyi anlaştık diyebilirim. Bu yazı da, hem yalnız seyahatten korkanlara biraz cesaret olsun diye hem de “Tiflis’e gitsem nereye uğrasam?” diyenler için geliyor.
1. Gün
Otelim Fabrika Hostel & Suites, hem benim gibi yalnız gezenler hem de kalabalık gruplar için iyi bir seçenek. Sovyet döneminde dikiş fabrikası olarak kullanıldığı için bu adı alan Fabrika, şehrin sevilen restoranlarından oluşan bir yeme & içme alanı ve sahip olduğu kokteyl barıyla özellikle genç gezginlerin ilgisini çekiyor. Bütçenize göre Fabrika’nın hostel veya otel kısmında konaklayabilirsiniz. Benim tercihim, ilk kez geldiğim bir şehrin manzarasına daha da hakim olmak için süit odadan yana oluyor. Otelime sabaha karşı varmanın yorgunluğuyla uyuduktan sonra uyanır uyanmaz Tiflis’teki ilk günüm için kendimi sokağa atıyorum. Güzel bir kahvaltı için şehirde ilk durağım Cafe Stamba. Burası, Tiflis’in merkez sayılabilecek caddesi Shota Rustaveli’ye oldukça yakın olmasından dolayı güne burada başlamak benim için iyi bir seçenek.
Cafe Stamba’ya girdiğim ilk andan itibaren mimarisinin etkisiyle beraber kendimi The Grand Budapest Hotel filmindeymişim gibi hissediyorum. Gürcistan’ın meşhur pidesi haçapuri ile kahvaltımı yaptıktan sonra listemde Tbilisi Photography & Multimedia Museum, They Said Books, Chaos Concept Store ve Books From Past var. Tbilisi Photography & Multimedia Museum’da ağırlıklı olarak genç sanatçıların multimedya ve fotoğraf çalışmaları sergileniyor. Bir göz attıktan sonra IDEA, Taschen ve Apartamento gibi Avrupalı yayın evlerinden kitapları bulunduran They Said Books’a uğruyorum. Uzun zamandır listemde olan Sofia Coppola: Archive kitabını kendime hediye olarak aldıktan sonra kitabevinin üst katındaki kafelerinde bir kahve molası veriyorum. Kahveler benim de çok sevdiğim Berlin merkezli Five Elephant’tan geliyor. Burada şehirdeki en iyi kahvelerden birini içebileceğinizi söyleyebilirim.

Verdiğim bu keyifli kahve molasının ardından Shota Rustaveli caddesi boyunca yürüyüp MoMA Tbilisi’de Gürcü-Rus ressam Zurab Tsereteli’nin eserlerini ve koleksiyonunu incelemeye başlıyorum. Geniş koleksiyonu ve Gürcistan sanat tarihini incelemek için bence şehirdeki en iyi adres.
Akşam yemeği için adresim Shushabandi. Gault & Millau listesinde de yerini alan bu restoranı seçme sebebim, hem Gürcü mutfağının modern yorumlarını denemek hem de şaraplarını tatmak. Bu restoranın en sevdiğim yanı herkese hitap eden zengin menüsü oluyor. Ayrıca, ara sıcaklarının neredeyse tamamının vejetaryen olması ve menüde vegan tabaklarının fazla olmasıyla da kalabalık arkadaş grupları için iyi bir tercih olabilir. Ben de masama oturuyorum ve sabah haçapuriyle başladığım Gürcü mutfağına bu kez büyük bir adım atarak giriş yapıyorum.
Georgian Eggplant Walnut (5/5): Masanın açık ara en lezzeti tabağını daha ilk çatalımda almanın heyecanıyla diğer tabakları düşünmeye başlıyorum hemen. Gürcü mutfağında oldukça meşhur olan bu cevizli patlıcan ruloları, cevizlerin bolca baharatla (özellikle de kişniş) kavrulmasının ardından fırınlanmış veya kızartılmış patlıcanın içine konularak sarılmasından oluşuyor.
Mushroom Khinkluks with Truffle Sauce (5/2): Gürcü mutfağının haçapuriyle birlikte en meşhur hamur işlerinden bir diğeri de Khinkali. Burada çok sevdiğim trüf sosuyla birlikte minik bir şekilde yaptıklarını görünce hemen sipariş veriyorum. Ancak sipariş verdiğim andaki yüksek beklentim ilk lokmada maalesef oldukça düşüyor. Bazı ürünlerin ve yemeklerin belki de modern bir şekilde yorumlanmadan, geleneksel bir şekilde tüketmemiz gerektiğini düşünerek yemeğime devam ediyorum.
Ajapsandali (5/5): Ajapsandali'yi menüde gördüğümde “Ehh, patlıcanlı bir sebze yemeği işte” diye düşündüm. Ama hayat bazen insanı patlıcanla utandırıyor… Ajapsandali aslında oldukça basit malzemelerle yapılan bir Gürcü yemeği. Patlıcan, domates, biber ve bir avuç taze ot kullanılıyor. Ama öyle bir baharat dengesi, öyle bir köz aroması var ki sebzeler neredeyse et gibi tat veriyor.
Ojakhuri (5/3): Önüme ilk geldiğinde tam olarak bir ev yemeği yiyormuş gibi düşündüm. İsminin anlamını sorduktan sonra aldığım “aile yemeği” cevabından sonra önümdeki tabağın lezzeti benim için oldukça arttı. Ojakhuri, tavuk, iri doğranmış patatesler, karamelizeye göz kırpan soğanlar ve tabii ki bolca baharatla fırında buluşuyor. Sunum sırasında ise üstüne ekşi tkemali sos ve ajika da ekleniyor. İsminden ve görünüşünden oldukça etkilensem de bu yemekte eksik bir şey vardı. Tavuk biraz fazla pişmişti. Beklentim biraz daha fazla derinlikti sanki. Ajapsandali’den sonra damakta bıraktığı etki daha sönük kaldı.
Mekana toplam puanım 5/4!
Tiflis’teki ilk günümü bitirmek için otelimin içinde yer alan Saamuri Wines’a geliyorum. Doğal şarap seviyorsanız zaten bayılacaksınız, ama sevmiyorsanız da burası fikrinizi değiştirebilir. Yemyeşil, sakin ve huzurlu bir köşesi var. Tam da şarap eşliğinde uzun uzun oturmalık. Menüde Gürcistan’dan ve dünyanın dört bir yanından gelen şaraplar var, üstelik taptaze. Etkinlik takvimi de epey yoğun, her gidişinizde sizi başka bir tat ya da sohbet bekliyor.
2. Gün
İlk günümde fazlasıyla memnun kaldığım Tiflis'teki ikinci günümde, şehrin tarihi dokusunu ve modern yüzünü keşfetmeye devam ediyorum. Sabah kahvaltısı için, Tiflis’e yerleşen Japon bir ailenin fırını olan Pancholina’ya gidiyorum. Küçücük mutfaklarında hem Japon mutfağından örnekleri hem de modern tarifleri en lezzetli şekilde sunmayı başarıyorlar. Sahipleri Nao ve Aya ile tanıştıktan sonra Miso mayonezi ve mısırdan yapılan foccacia ve matcha çaylı donut siparişimi verip şehrin en lezzetli kahvaltılarından birinin tadını çıkarıyorum. Havanın güneşli olmasını da fırsat bilerek şehrin vintage satıcılarının da olduğu Dry Bridge Market’e doğru bir yürüyüşe çıkıyorum. Her tatilin olmazsa olmazı magnet alışverişini ve sevdiklerinize almak istediğiniz güzel bir hediyeyi köprü boyunca kurulan vintage marketten alabilirsiniz.
Dry Bridge Market’te kısa bir alışveriş molası verdikten sonra yeniden Tiflis’in merkez noktası Shota Rustaveli caddesinde buluyorum kendimi. Hemen ilk işim görür görmez etkilendiğim Gürcistan Ulusal Opera ve Bale Tiyatrosu’nun içine girmek oluyor. Bina 1851 yılında inşa edilmiş ve şehrin kültürel hayatında önemli bir yer tutuyor. Şehrin mimarisini gözlemlemeye devam etmeye karar vererek, Opera binasının hemen karşısında, Rustaveli Bulvarı boyunca yürümeye devam ediyorum ve Parlamento Binası’nı hemen ardından da Gürcistan Ulusal Müzesi’ni dışarıdan gözlemliyorum. Bu kadar ihtişamlı bina görmek beni acıktırmış olacak ki kendimi hemen khinkali yerken buluyorum. Restoran tercihim ise önünde oluşan kuyruklardan kötü bir şey yemeyeceğimi anladığım Zodiaqo. Gürcü mantısı Khinhkali’nin kıymalı, peynirli, patatesli ve mantarlı çeşitleri arasından benim tercihim kıymalı oluyor. Ayrıca restoranın oldukça geniş bir lokal bira ve şarap seçkisi de var.
Khinkali'lerden aldığım enerjiyle rotamı Abanotubani bölgesine çeviriyorum. Burası, Tiflis’in en eski yerleşim bölgelerinden biri. Günümüzde ise sülfür hamamlarıyla öne çıkıyor. Hamamların kubbeli yapıları ve çevresindeki geleneksel Gürcü evleri, bölgeye özgün bir atmosfer katıyor. Abanotubani’den kısa bir yürüyüşle, Narikala Kalesi’ne çıktım. Bu antik kale, Kura Nehri’ne bakan bir tepede yer alıyor ve şehre panoramik bir bakış sunuyor. Kalenin içinde, 13. yüzyıldan kalma Aziz Nikolas Kilisesi de bulunuyor.

Otelime dönüp biraz dinlenip, günü odamın terasında batırıyorum. Hemen ardından Tiflis’teki son akşam yemeğim için Salobie Bia’ya gidiyorum. Hedefimde yine Gürcü mutfağını keşfetmek var. Önceki akşam gittiğim Shushabandi ile karşılaştıracak olursam, buranın daha lokal ve geleneksel bir mutfağa sahip olduğunu söyleyebilirim. Tabii yemeklerin lezzeti de bunlarla paralel olarak artıyor.
Chikhirtma (5/2): Garsonun önerisiyle aldığım bu çorba klasik bir tavuk suyu çorbası çıkıyor. Tadı için lezzetli diyebilirim ama referans olarak annemin yaptığı çorbayı aldığım için benim için puan kırmak kaçınılmaz oluyor.
Danduri (5/4): Danduri’yi menüde gördüğümde “Semizotu salatası mı? bunu, evde de yerim” diye geçirdim içimden. Ama işte bazen bildiğini sandığın bir şey, bambaşka bir dokunuşla seni şaşırtabiliyor. Baz olarak haşlanmış semizotuna sahip olan bu salata limon suyu, kişniş ve dereotu, sarımsak ve kırmızı biber ile birleşince ağır yemeklerin yanında mükemmel bir denge yaratıyor.
Ghomi (5/4): Ghomi'nin kıvamını kuymak gibi düşünebilirsiniz. Üzerine eklenen tereyağıyla birlikte, ilk lokmada damağınızda bir yumuşaklık, ardından mısır ununun hafif isli lezzeti geliyor. Yanına genellikle kızarmış balık, kharcho gibi etli yemekler ya da kupati denen baharatlı sosis eşlik ediyor. Ben Ghomi’yi, menüdeki “jurjani”yle birlikte sipariş ettim – ki o da bir çeşit fıstıklı, cevizli, aromatik et yemeği. İkiliyi birlikte yediğinizde mısır ununun sade dokusu, yanındaki yemeğin tüm baharatını üstüne alıyor. Bu yemeği tek başına yeme hatasına düşerseniz biraz fazla düz, biraz fazla “ne yedim ben şimdi?” dedirten bir hale geliyor. Dokusu, kıvamı ve sade aroması sebebiyle yanında güçlü bir tabak istemesi çok doğal. Ben Ghomi’yi yanındaki jurjani sayesinde sevdim ama tek başına söyleseydim hayal kırıklığı kaçınılmazdı.
Mekana toplam puanım 5/4!
Otelime dönmeden önce, araştırma yaptığımda çok merak ettiğim ve hemen listeme aldığım 41 Art of Drinks’e bir kokteyl içmek için uğruyorum. Eski Tiflis’in ara sokaklarında, burası kesin iyi bir yerdir hissi veren bir girişleri var. İçeri girer girmez hem dekoru hem de barın arkasındaki enerjisiyle “iyi ki geldim” dedirtiyor. Menüdeki kokteyller klasik gibi görünse de, içine bir yerden mutlaka bir Gürcü dokunuşu eklemişler. Benim tercihim ise klasik Negroni tarifine Gürcistan'ın yerel içkisi chacha'nın eklenmesiyle hazırlanmış olan Chacha Negroni oluyor. Denemek istediğim bir sürü kokteyl’i arkamda bırakarak otelime dönüp günü bitiriyorum.
3. Gün

Tiflis’teki son günüm hatta birkaç saatim. Otelimden çıkış yaptıktan sonra kahvaltı için listemdeki Pulp’a uğruyorum. Tiflis’te hayran olduğum bir diğer şey de fırınlarının bu kadar çeşitli ve güzel olması. Pulp’ın menüsü her gün değişiyor. Kruvasandan ekmeklere, keklerden sandviçlere uzanan genişlikte bir menüyü tatmak için uğramanızı tavsiye ederim. Pizza Pain Suisse ve Apple Crumble Danish ile güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Pulp’ın hemen yanındaki Salut Nostalgia’da vintage avına çıkıyorum. Tiflis sokaklarının keyfini çıkarmaya devam ederken kendimi ülkenin ilk bağımsız kitabevi Itaka Books’ta buluyorum. Kitap sayfalarını karıştırırken zaman geçiyor ve harika vakit geçirdiğim Tiflis’e veda ediyorum. Gelirken ilk defa tek başıma tatile çıkmanın gerginliğini ülkenin mimarisi, yemekleri ve sakinliği unutturmuş bile. Şimdi yeni planlar yapma zamanı.
📝 Editörün Notu:
Gezi rotalarımızı, yorumlarımızı, deneyimlerimizin devamı Seyahat kategorimizde ve basılı dergimizde!
💌 Cosmo’nun tamamını keşfetmek için dijital veya basılı abone ol.