Türkiye'nin En Tatlı Asi Kadını: Duygu Asena

Yıllar geçti, dünya değişti ama bazı şeyler hâlâ aynı. Duygu Asena Kadının Adı Yok dediğinde takvimler 80’leri gösteriyordu ama bugün dönüp baktığımızda, bu cümlenin hâlâ ne kadar geçerli olduğunu görmek biraz can sıkıcı. Neyse ki, bazı çocuklar döngüyü kırmak için hâlâ mücadele ediyor.

New York’ta yaşayan ve sinema ile müziğin içinde büyüyen üç genç—Çağla Karslıoğlu, Emre Şener ve Nazlı Dönmez— bu ikonik romanı kısa film olarak izleyiciyle buluşturmak için yola çıktı. Amaçları büyük: ‘Kadının Adı Yok’un hikâyesini yeniden anlatmak ve Duygu Asena’nın mirasını uluslararası festivallere taşımak. Şu an projenin en kritik aşamasındalar, yani fon toplama sürecinde!
‘Kadının Adı Yok’ birçok kadın gibi benim de hayatıma dokunmuş bir kitap. Yıllar içinde sansürlendi, yasaklandı, filme uyarlandı ama her seferinde kadınlara kendi hayatlarının başrolünde olmaları gerektiğini hatırlattı. Çağla, Emre ve Nazlı’yla tanıştım. Her birinin gözleri ışıl ışıl, umut dolu, inanılmaz bilinçli ve çok zekiler. Söz bu muhteşem üçlüde! Baştan söyleyeyim, konuşacak çok şeyimiz var!
Duygu Asena bu kitabı yazalı 38 yıl oldu, siz ise 20’lerinizdesiniz. ‘Kadının Adı Yok’ ilk olarak nasıl geçti elinize, neden sizi bu kadar etkiledi? Önce bunu anlamak istiyorum.
Çağla Karslıoğlu: ‘Kadının Adı Yok’u ilk kez lisede annemden duydum. O dönemde yabancı feminist yazarlara büyük bir ilgim vardı, genel olarak fazla anlaşılmadığımı hissediyordum. Annem bu kitabı okuduğumda kendimi daha anlaşılmış hissedeceğimi söyledi. Ve haklıydı. Türkiye’de yetişmiş bir kadın olarak, ilk kez bir kitapta kendi aile dinamiklerimi, ablamla gizli sohbetlerimi, babamla atışmalarımı, annemle paylaştığım duygusal anları gördüm. Duygu Asena’nın tatlı ve yalın üslubu bana cesaret verdi. Onun diliyle tanıştıktan sonra, kendi hikâyelerimi de dürüst ve korkusuz bir dille anlatabileceğime inanmaya başladım. O zamandan beri de bunu hep hatırladım.

Çok güzel… Şimdi tek tek anlatın. Kimlerdensiniz, nerelerden geldiniz?
Ç.K: New York’ta oyunculuk eğitimleri aldıktan sonra o dönemdeki oyunculuk koçum bana sanata aslında bir yönetmen olarak baktığımı fark ettirdi. NYU Tisch’e yönetmen olarak başvurdum ve orada okurken oyunculuk ve bu işin görsel tarafına olan aşkımı birleştirip sanat yönetmenliğine kaydım. Ben bu işi her zaman sinema ve tiyatro birlikte yürüttüm. İki sanat formu benim için her zaman birbirlerini destekledi.
Nazlı Dönmez: Ben doğma, büyüme İstanbulluyum. Kendimi bildim bileli okumayı ve seyretmeyi çok seven, hayal dünyası geniş bir çocuktum ve hayatımı hikaye anlatmak üzerine kurmak istediğimi hep biliyordum. Benim için epey doğal gelişen bir süreç oldu. Liseden sonra önce Paris’te sonra da Kaliforniya’da film eğitimi aldım ve kendimi Hollywood’da, film sektörünün içinde buldum.

Emre Şener: Her zaman içimde olan yaratma ihtiyacı genç yaştan müzik ile patlak verdi ve beste yapmaya başladım. Londra’da Royal Academy of Music ve New York’ta Juilliard konservatuarlarında burslu bir şekilde bestecilik okudum, şimdi bir yandan da orkestra şefliği yapıyorum.

İçimizdeki Küçük Kızlar İyileşsin Diye…
Romanı filmleştirme fikri sanırım senden çıktı, Çağla. Neden bunu istedin?
Ç.K.: Bu hikayenin yeniden canlanmasının, genç ya da yetişkin fark etmeksizin, her kadının içindeki küçük kızı iyileştireceğine inanıyorum. Küçükken bize laf eden, sinir eden, kurallar koymaya çalışan, çılgınlıklarımızı bastıran herkese cevabımız bu film olacak. O geri cevap verilemeyen anların, içimize attığımız duyguların, bağıra bağıra haykırmak isteyip sustuğumuz her şeyin karşılığı… İçimizdeki küçük kızlara ses vermek, onları iyileştirmek ve nihayet bir “Oh olsun!” dedirtmek istiyoruz.
Sizin gözünüzde Duygu Asena nasıl biri?
Ç.K.: Benim için Duygu Asena, hem munzur bir kız çocuğu hem de Türkiye’nin gelmiş geçmiş en tatlı asi kadını. Feminenliğinden kaçmayan, aksine onu benimseyip seven, idealist ama bir yandan da romantik, yumuşak ruhlu bir kadın. Cesareti kadar mizahı da güçlü olan biri.
N.D.: Benim gözümde Duygu Asena, kendi olma cesaretini gösterebilen, yaşamayı seven, özgür, modern ve sorgulayan Türk kadınının vücut bulmuş hali. Aydınlığı, kadın ve insan hakları için verdiği mücadele ve yazarlığıyla lise yıllarımdan beri benim için hep ilham verici bir figür oldu.
Kadınca dergisini okudunuz mu hiç?
Ç.K.: Kadınca’yı çok araştırdım. Duygu Asena’nın dergide çalışırken yaşadığı anıları okumak, onun mizahı ve zekâsıyla karşılaştığı zorluklara nasıl cevap verdiğini görmek beni çok etkiledi. Derginin her köşesinde onun aşırı dürüst ve cesur dili hissediliyor. Tıpkı Asena’nın her işi gibi, uyandırıcı bir yayın. En sevdiğim detaylardan biri de Erkekçe dergisine cevap olarak Kadınca’nın kapağına çıplak erkek koyması. Bence bu, onun tatlı munzurluğunun en güzel örneklerinden.

Kadınca için bu kapağı hazırlamıştı.
Kadının Adı Yok’a dönelim… Kitapta geçen yerlerde dolaştınız mı?
Ç.K.: Kitabı dramaturjik açıdan analiz ederken, hikâyenin tam olarak hangi mahallelerde geçtiğini araştırmaya başladık. Bulduğumuz detaylar beni kitaba daha da bağladı. Kadının Adı Yok, gerçek anlamda bir Kadıköylü kitabı aslında. Ben de Kadıköy’de büyüdüm. Anneannem, Moda’nın ortasında, çok tatlı, tarihi bir evde oturur. Araştırdıkça öğrendim ki, Duygu Asena ve anneannem hep aynı sokaklarda gençliklerini yaşamışlar. Bu kitap, benim için jenerasyonlar arası kadın bağlantısını güçlendiren bir köprü oldu. Hem annemin, hem anneannemin, hem ablamın, hem de kendi hikâyemi daha derinden görmemi sağladı.
Duygu Asena dönemindeki kadınlık deneyimleri ve toplumsal baskılar bugün hâlâ geçerli mi sizce?
Ç.K.: Kitaptaki aile yapısının benim büyüdüğüm ortamla benzer çok yönü var. Bu kuşaklar arası travma, benim jenerasyonuma kadar kesinlikle devam etti. Kadınlar hâlâ kendilerine biçilmiş rolleri üstlenmeye ve öğrendiklerini sorgusuz sualsiz devam ettirmeye yatkın. Benim de hâlâ farkına vardığım, çözmeye çalıştığım ve yeniden öğrendiğim, bana dayatılmış birçok inanış var.
N.D.: Kadınlar hâlâ aynı dertlerle boğuşmaya devam ediyor. Belki şiddetin şekli değişti ama iş hayatında, ikili ilişkilerde ve toplumsal beklentilerde kadınların sırtına yüklenen duygusal sorumluluk hâlâ çok büyük. Başarı ve rekabet kıstasları erkekler için başka türlü belirleniyor. En ‘modern’ ülkelerde bile kadınların maruz kaldığı baskılar ve sınırlandırmalar değişmedi. Aile yapısı üzerinden kurulan düzen, kadın bedeniyle ilgili yapılan siyaset ve kısıtlamalar hâlâ hayatın içinde.
Bu rolü oynayabilecek tek kişi Ahsen Eroğlu
Kısa filmde hangi sahneleri öne çıkaracaksınız? Hayaliniz ne? Kimler başrolde olsa süper olur?
Ç.K: Kısa film için kitabın çocukluk, ergenlik ve gençlik dönemlerine odaklanma kararı aldık. Kadın karakterinin özünü anlamak için onun nasıl büyüdüğünü görmek gerekiyor. 20 dakikalık bir hikâyede, karakterin gelişimindeki en kritik dönüm noktalarını art arda koyarak güçlü bir ritim yaratmaya çalıştık. Tabii bu ışık saçan ve tatlılıkla etrafına baș kaldıran genç kadını çok az oyuncu oynayabilir. Benim içime sinen tek bir isim var: Ahsen Eroğlu.

Filmde bir diğer önemli karakter ise Kadın’ın birlikte olduğu ve hatta evlendiği Cici. Karizmatik, çocuksu tatlılığı olan ama gerektiğinde karanlık ve bencil tarafını da gösterebilen bir karakter. Bu rol için de Cem Yiğit’in çok güçlü bir seçim olacağını düşünüyorum.
İnci Asena’nın desteği hep yanımızdaydı
Süreç nasıl başladı, hangi adımlardan geçtiniz?
E.Ş.: Kitabın haklarını almadan önce, onu nasıl kendi sesimizle anlatabileceğimizi ve özgün bir şekilde nasıl ele alacağımızı düşündük. İlk başta, tecrübemizin olduğu bir sahne performansı olarak geliştirmeyi planladık. 2024’e senaryo ve müzik kompozisyonları hazırlayarak başladık. Bu çalışmaları New York’ta, Adam Driver ve Gayle Rankin gibi isimlerin de yer aldığı ilham verici bir atölye ortamında hayata geçirdik. Süreç ilerledikçe hikâyenin doğası gereği sinemanın en güçlü anlatım biçimi olduğuna karar verdik.

Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok’u yazarken her kadına ve erkeğe ulaşmak istediği çok barizdi. Biz de aynı şekilde herkesin kendini görebileceği ve toplumsal meselelere dair sorular sorabileceği bir film yapmak istedik. Bu noktada, projemizi hayata geçirmek için atacağımız en önemli adım eserin haklarını almak oldu.
Duygu Asena’nın mirasını yaşatan kardeşi İnci Asena ve Doğan Kitap, sürecin en başından itibaren bize inanılmaz bir destek verdi. Onların onayı ve güveni, filmi şekillendirirken en büyük motivasyonumuz oldu. Şimdi, fon toplama sürecindeyiz ve her geçen gün bu hikâyeye inanan daha fazla insanın desteğini almak bizi hedefimize bir adım daha yaklaştırıyor.