Fast_Track_970x250.gif

Kız Neşesini Duyduk, Peki Kız Hüznü?

Ben neden fondücüde bile ağlıyorum?

YAZAR: Ülker Zeynep Çolak
kiz-huznu-hikayesi1
Kolaj: Duru Keskingöz

Ağlamak benim için kendimi bildim bileli sıklıkla yaşanılan bir durumdu. Hatta ondan modası geçmeyen bir alışkanlık olarak bahsedebilirim. Zamana ayak uydurmayan, deneysel ve her zaman güncel… Bazen X’te ağlamakla ilgili henüz yeni bir şeyler keşfeden insanların yazdıklarını görüyorum ve onlar adına çok heyecanlanıyorum. “Ağladım ve hemen saniyesinde cildim inanılmaz güzelleşti.” “Bugün ağlamanın bir zayıflık olmadığını fark ettim.” Bak sen. “Ağladıktan sonra midenin bile hafiflemesi…”

Dediğim gibi, onlar adına çok heyecanlıyım.

Aslında bu yazıya “En son, Etiler’in ortasında Sodexo’m geçiyor diye sevinçle arkadaşımı fondü ısmarlamaya götürdüğüm yerde ağladım.” diyerek hafif muzipliklerle başlayacaktım. Ama bu yazıyı yazdığım beş gün içerisinde, iki kere de iş yerinde ağlayıverdim. Espri yapabileceğim bir durum kalmadı. Düşününce hala geriliyorum…

Kendimi hep, “Ben duygularımı yüksek yaşıyorum, neşeli biriyim. Ondan hem çok gülüyorum hem çok ağlıyorum.” diye idare ederken bulurdum. Kendi içimde, neden bu kadar ağladığım umurumda değil. Ben daha çok beni ağlatan sebeplerle ilgileniyorum. Fakat dışarıda, fondücüde bile, ağlarken “bazı” insanlara açıklama yapmanız gerekebiliyor. O noktada, kendimi “neşeden canım neşeden, böyle dolu doluyum ben” diyerek ters psikolojiler yapmaktan alıkoyamıyorum.

View post on X

“Bazı” diyorum çünkü gerçekten bazı insanlar için ağlamak o kadar garip ki. Siz üzücü bir durumdan bahsediyorsunuz, yarım saat boyunca güzel güzel anlayan gözlerle dinliyor. Son beş dakikasına gözleriniz dolduğunda “Hiii, tatlıım, hayıır. Bir dakika, bir dakika, dur bir sarılalım.” gibi acayip ucube fikirlerle geliyor. Hayır mı? Durayım mı? Bir dakika mı? Kanka ben ağlamak için kendime bir beş dakika ayırıyorum genelde ama bu seferlik bir dakika mı yapalım diyosun sen…

Sonra aklıma şu geliyor, topluluk içinde kendi canına kast etmek bir suç ya, acaba ağlamak da böyle bir şey mi? Ağlayan insana potansiyel suçlu gözüyle mi bakıyoruz? Hepimiz pamuk ipliğine bağlıyız, aman dengeyi bozmayalım gibi bir mentale mi sahibiz? Bundan hala emin değilim. Ağlayacağım an, acaba şu an tuvalete mı gitmeliyim, insanların bunu görmesi onları olumsuz bir duyguya iter mi gibi şeyler düşünüyorum. Çünkü yani ben kendi rutinimi biliyorum. Bana bir beş-on dakika verilirse ben hayatın fantastik ritmine geri dönebilirim. Ama bazı insanlar için ağlamak geri dönülemez bir yol mu?

Bazı insanlar derken bahsettiğim, o an bana gözleriyle kitlenenler ya da ip cambazını izlerken hem göz kaçırıp hem de merakla beklediğin o ifadeyle bakan insanlar. Bu kişiler genelde erkek oluyor. Bunu etiketlemek için söylemiyorum ama ağlayan insan da şuurunu kaybetmiyor sonuçta, kimlerin daha çok baktığını görebiliyorum. Toplumsal kodlardan erkeklere ağlamanın, hele de topluluk içinde ağlamanın asla normalize edilmeyecek bir şey olduğunun öğretildiğini biliyoruz. Sanki onlara hiç, “Ağla yavrum ağla. İçini dökersin.” dememişler gibi. O yüzden bu inceleyen bakışları çok normal karşılıyorum.

Ya da cildim ışık hızında güzelleştiği için büyülenip mi bakıyorlar?

Ağlamadığım bir yer kaldı mı diye düşünüyorum. Beyoğlu, Kadıköy bende. Evim ve civarı, arkadaşlarımın evleri ve civarları, küçük bir şehirden göçüp geldim o yüzden memleketimin tamamı, Topkapı Sarayı, umumi tuvaletler, bütün çalıştığım yerler, nargile kafe, Yenikapı-Hacıosman metro hattı (genel)...

View post on X

Bu yazı için araştırma yaparken karşıma Elle dergisinin 2015’te yayınladığı "Why Crying Is Having A Feminist Moment" isimli yazısı karşıma çıkıyor. Yazı benim tam tezatım olan bir kadın tarafından yazılmış. Neredeyse hiç ağlayamayan, en ağlaması gerektiği yerlerde dahi ağlayamadığı için insanlar tarafından garipsenen bir kadın. Ağlayamamak da onun dramıymış. Gerçekten benim tam tersim. Yazı boyunca o da bu ağlama meselesini çözmeye çalışsa da tıpkı benim gibi çözememiş. O yüzden sonuçtan ziyade süreç boyunca aklımda kalan birkaç şeyi alıntılayayım:

  1. “Dünyanın en çok ağlayan insanları mı? İskandinavlar.” İnsanların en mutlu olduklarını bildirdikleri yerler aslında ağlamanın en az utanç verici bulunduğu yerlermiş.
  2. “Kadınlar erkeklerden daha sık ağlar: Kadınlar yılda ortalama 30 ila 64 kez, erkekler ise 6 ila 17 kez ağlarlar.” Sebebi bulmak zor değil.
  3. “Günümüzde futbolcuların televizyonda sık sık ağlamasıyla birlikte, erkeklerin de duygularını dışa vurması giderek daha kabul edilebilir hale geliyor.” Teşekkür ederiz çocuklar ve Barış Alper.
  4. “Vingerhoets’a göre, insanların ağlamasının iki ana nedeni var: yakın bir ilişkiden ayrılmak (ev hasreti veya ayrılık gibi) ya da kendini güçsüz hissetmek. ‘İçinde bulunduğunuz duruma uygun bir tepkiniz olmadığında ağlarsınız.’ diyor.”

Uygun bir tepkiniz olmadığında ağlarsınız cümlesi içime çok siniyor. Belki gerçek tepkilerimi daha hızlı açığa çıkarırsam ağlama refleksim azalır mı diye düşünüyorum. Ama 26 yaş, hala dinamik bir gençlik, yeni alışkanlıkların inşası gibi tınlasa da her şeyi tamir etmekten vazgeçmen gerektiğini bileceğin kadar da kusurlarını tecrübe etmiş bir yaş. Sonuç olarak ben ağlayan bir insanım. Bu etiketi kendime ben yapıştırdım ve bunu söylemek bana artık kötü gelmiyor. Açıkçası ben sadece sağda solda ağlarken çocuklar falan görüp hayata karşı içleri soğur mu gibi şeyler diye düşünüp endişeleniyorum. Çünkü ben zaten ağlamayı bir enstrüman gibi kullanıp fondücünün atmosferiyle kompoze edecek kadar tecrübeliyim. Edip Cansever’in Ben Ruhi Bey Nasılım’da dediği gibi “Benim mutluluğumun altında kararıp gitti bütün ayrıntılar."

ulkerzeynepcolak
Ülker Zeynep Çolak
Yazar
Zeynep, 26 yaşında, mimar. Yayınlanan ilk yazıları, kent ve toplumsal cinsiyet çalışmaları üzerineydi. Feminist kent okumaları yapıyor, medya okur yazarlığını her gün geliştiriyor, tasarlanacak şeylerle ve kokteyllerle ilgileniyor.